Saturday, February 2, 2008

Üniversiteler karıştı…



Bu ülkede hiçbir kurum kendisini sadece kendi işleviyle sınırlamamıştır... Bu özellikle üniversiteler için geçerlidir. Üniversite yönetimlerinin, hemen her zaman, bilimsel işlevlerini aşan, siyasal rejimle özdeşlik ilişkisi içinde karşımıza çıkan siyasi işlevleri olmuştur.

Örnek mi?

Asker 27 Mayıs darbesini kimi rektörlerle el ele vererek yapmıştır.

Sonrasında üniversite hocalarını askeri darbenin hukukunu üretmekle görevlendirmiştir…

1961 Anayasası'nın başlangıç kısmında yer alan, "Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 devrimini yapan Türk milleti…" cümlesinin mimarları dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar başkanlığındaki öğretim üyesi-hukukçular heyetidir.

Örnek mi?

Milli Birlik Komitesi'nin üniversitelerden attığı 147 öğretim üyesinin listesi diğer öğretim üyeleri tarafından hazırlanmıştır.

12 Eylül'de 1402'lik olan hocaların büyük bir kısmı da meslektaşlarının ihbarıyla kamu hizmetinden men edilmişlerdir.

Yakınlara gelelim…

28 Şubat uygulamalarının üniversiteleri birer garnizon, giriş kapılarını birer nizamiye haline çevirmediğini söylemek mümkün müdür?

Ya da YÖK'ün devlet içinde devlet görüntüsü kazanması, kendi bünyesine, üniversitelere yönelik her tür değişim ve reform girişiminin karşısında duran bir kurum haline dönüşmesi görmezden gelinebilir mi?

Daha dün Üniversitelerarası Kurul yaptığı açıklamada başörtüsü yasağının kaldırılmasıyla ilgili olarak, yasak kalsın, "değişiklikler Türkiye'yi din devletine götürür" diyordu.

Peki bu "yasakçı anlayış" gerçekten üniversiteleri, öğretim üyelerini temsil ediyor mu?

Biliriz ki, "birçok öğretim üyesi ülkenin özgürlük mücadelesinde önemli ve taşıyıcı aktörü de olmuştur". Üniversiteler böyle bir mücadelenin merkezi olma işlevini de yerine getirmişlerdir.
Nitekim şu anda özgürlükçü anlayışa sahip, başörtüsü konusunda yasak karşıtı bir tavra sahip binlerce öğretim üyesi bulunmaktadır.

Bugün sorun, "üniversitelerin yasakçı anlayış tarafından temsil edilmesi"dir.

Ancak bu kez tartışma sanıldığından daha derin ve büyük, özellikle kimi öğretim üyeleri açısından bu kalıpların içine sığamayacak kadar tahkir edici…

Zira tartışma dindar-laik tartışması değil, özgürlükçü ve yasakçı bakış arasındaki ayrışma tartışması ve bu tartışma ülkenin yaşadığı 15-20 yıllık deneyimin sürecinin içinden süzülüp geliyor.

ÜAK toplantısına "27 rektörün katılmadığını" bir kenara not düşün…

Not düşün: "Kimlikleri itibariyle İslami kesimden uzak öğretim üyelerinin başını çektiği bir insiyatif dünden beri ses veriyor". Çeşitli üniversitelerden akademisyenler, üniversitelerde kılık-kıyafetin serbest bırakılmasını destekleyen bildiriyi imzaya açmış bulunuyorlar.

Aralarında Prof. Dr. Erol Katırcıoğlu, Prof. Dr. Eser Karakaş, Prof. Dr. Naci Bostancı, Prof. Dr. Levent Köker, Prof. Dr. İhsan Dağı, Prof. Dr. Ümit Cizre var.

Bildirileri ise şöyle:

"Üniversitelerin düşünce, ifade, din ve inanç özgürlükleri ile eğitim ve öğretim gibi en temel insan hakları karşısında yasakçı değil özgürlükçü bir tavır alması gereken kurumlar olduğunu düşünüyoruz. Üniversitelerimizin çağdaş uygar toplumlara yaraşır biçimde, özgürlüklerle ve bilim üretimiyle anılmasını istiyoruz. İstisnasız her demokratik ülkede olduğu gibi üniversitelerimizde de kılık-kıyafet serbestliğinin; hiçbir din, inanç, düşünce, ırk, grup ve cinsiyet ayrımı yapılmaksızın bütün öğrencilere tanınması gereğine inanıyor; aksi yöndeki tüm düzenleme ve uygulamalara bir an önce son verilmesini talep ediyoruz."

Bunlar önemli gelişmeler…

Konumuz örtü, din, inanç değil.

Konumuz temel hak ve özgürlükler…
Ali Bayramoğlu

No comments: