Monday, February 11, 2008

Türbanlı kadınlara hedef gösteriyorum

HEDEF BİR Milli Gazete’de "Fıkıh" köşesini hazırlayan sakallı bir adam var ya...

Hani adı Mehmet Talu olan adam canım... İşte o adam, sizi üniversitenin kapısından bile sokmamaya yeminli rektörlerden çok daha tehlikeli bir adamdır... Görmüyor musunuz? Adam, sizin gibi kadınlar için, "Huzur içinde, rahat bir şekilde, kuzu gibi evinizde oturmayı" öğütlüyor... Hatta bir adım daha ileri gidip size "Sakın ha kırıtmayın!" deme cüretini gösterebiliyor... Peki içinizden herhangi biri bu adama "Hadi oradan! Sensin kırıtkan" demeyecek mi?

HEDEF İKİ Mehmet Şevket Eygi Hazretleri adındaki zat, sizin giyim kuşamınızı alenen tahkir ve tezyif ediyor... Bu hazret, üniversitede size hak ettiğiniz notu vermeyebileceklerini söyleyen rektörler kadar tehlikeli değil midir? Görmüyor musunuz? Adam sizin kıyafet biçiminizle ilgili olarak, "Gökkuşağı zilli tesettür" ya da "Deve hörgücü tesettür" diye alay ediyor... Başınızı örtüyormuşsunuz ancak alt tarafınız daracıkmış! Adam bunu diline doluyor... Neden çıkıp da "Sana ne be adam?" demiyorsunuz? Rektörlere "Kıyafetime dokunma" diyorsunuz da, bu hazrete neden gık çıkarmıyorsunuz? Neden bu adama "Kıyafetime karışma" diye çıkışmıyorsunuz?

HEDEF ÜÇ Şu Vakit adı verilen gazetenin başkalarının hayat tarzıyla ilgili yaptığı aşağılayıcı yayından rahatsız olmuyor musunuz? Bazı üniversite mensupları, sizin yaşam tarzınızı aşağıladığında sesinizi çıkarıyorsunuz da, neden Vakit adı verilen gazete, başkalarının yaşam tarzlarını, hem de aşağılık bir dille mahkum etmeye kalktığında "Hop" demiyorsunuz... Neden içinizden bir kişi bile çıkıp, "Sen beni bu dille savunamazsın arkadaş!" demiyor? Mesela "Kafayı çektiler / Laiklik mitingine gittiler" tarzı bir başlık sizi hiç mi rahatsız etmiyor?

Katar saatini ben ne yaptım

TAYYİP Erdoğan ile aramıza kara kedilerin girmediği epey kısa süren "asr-ı saadet" döneminde ben de uçağa kabul edilen gazeteciler arasındaydım.

İşte o dönemde...

"Katar / Bahreyn / Danimarka" rotasındaki geziye ben de katılmıştım...

Tabii ki başka gazeteciler de vardı bu yolculukta... İsimleri bende saklı kalsın...

Gezimizin Katar bölümünde biraz görgüsüz kaçacak bir bonkörlükle karşı karşıya kalmıştık...

Otel paralarını biz ödemiyorduk, odalarımıza hediyeler geliyordu falan...

Hediye paketini açtığımda sevimsiz mi sevimsiz, ağır, hantal, hayli demode ve ucuz görünen bir kol saatiyle karşılaşmıştım.

Ne yalan söyleyeyim: Ne benim, ne de diğer gazeteci arkadaşların aklına "Gazeteci hediye kabul etmez, şu çirkin saatleri hemen iade edelim" gibi bir fikir gelmemişti...

Keşke gelseydi: Hem o çirkin saatten kurtulur, hem de acayip etik bir hareket çekmiş olurdum...

Neyse... Sonuçta şöyle bir şey oldu: Yurda döner dönmez o sevimsiz saati, bizim evin işlerine yardım eden Yıldız’ın eşine hediye ettim...

Şu son "Katar saati" tartışmalarının ardından ise şöyle diyorum:

"Ulan yoksa benim küçümsediğim o saat beş bin dolar değerinde miydi?"

Neden güven vermiyorlar

10 yıl önce: AB’ye karşıydılar...

Bugün: Tam destek veriyorlar.

10 yıl önce: Laiklik konusunda enteresan laflar ediyorlardı.

Bugün: Ağızlarından kaçırdıklarını saymazsak pek laf eden yok.

10 yıl önce: İsrail karşıtıydılar.

Bugün: Sıkı ilişki kuruyorlar.

10 yıl önce: Yahudi lobileriyle ilişki kuranlara en ağır lafı ediyorlardı.

Bugün: Aynı lobilerden cesaret ödülü alıyorlar.

10 yıl önce: Hiç değilse gizli kapaklı oturumlarda siyasal İslam fikrini savunuyorlardı.

Bugün: Merkezin de merkezine geldiklerini söylüyorlar.

10 yıl önce: Sağcılığı aydın sapması olarak görüyorlardı.

Bugün: Partilerini sağa konuşlandırdılar.

10 yıl önce: Referansımız İslam’dır diyorlardı...

Bugün: Böyle bir şey söylemiyorlar.

* * *

Hemen söyleyeyim:

Eskiden "Mehter Marşı" çalarken, bugün "Bayılırım Mozart’a" diyen bir adam olarak...

İnsanlar için değişim ve dönüşümün mümkün olduğunun en fanatik savunucularından biriyim.

Ancak... Bir şartla!

Öykü anlatılacak... Macera bütün açıklığıyla ve naifliğiyle ortaya konacak...

Mademki...

Bir grup insanın, akşam yatıp, sabah kalkınca "Yaşasın! Yüreğim ışıdı! Birden aydınlandım" demesi, ancak hidayet romanlarında mümkün olur...

Mademki...

Her dönüşümün mantıklı, tutarlı, ikna edici bir öyküsü vardır...

O halde çıkıp anlatılacak.

"Ben eskiden böyleydim... Ancak artık öyle değilim... Çünkü..." diye başlanacak ve bıkılmadan, usanılmadan anlatılacak...

* * *

İşte o zaman...

Sizin hálá kulaklarda çınlayan cümlelerinizin, rahatsız edici bir yönü kalmayacak...

İşte o zaman...

Eski cümleleriniz ortaya çıkarıldığında "Müflis tüccar gibi eski defterleri karıştırıp durmayın" şeklindeki babalanmanızın gereği kalmayacak...

İşte o zaman...

Kuşku uyandırmayacaksınız...

İşte o zaman...

Toplumun bir kesimi tarafından çok tehlikeli bir geleceğin, kendilerini gizlemiş kahramanları olarak algılanmayacaksınız.

İşte o zaman...

Toplumun yüzde 75’nin arzu ettiği bir düzenlemeyi yaparken, bu kadar kendinden geçmiş bir tepkiyle karşılaşmayacaksınız...

İşte o zaman...

Daha düne kadar size tam destek veren liberal aydınlar bile sizden desteklerini çekmek durumunda kalmayacak...

No comments: