Sunday, August 31, 2008

Gündem üzerine

Arkadaşlar umarım hepiniz şen ve mutlusunuzdur. Görüşmeyelei çok uzun zaman oldu.... hepinizin sağlıklı ve mutlu olmanızı temenni ediyorum...

Faşizan baskı ve yıldırma olayından bahsederdi hep YUNUS, Faşizian balkı ve yıldırmanın İdeolojisinin olmadığını belirtmek isterim. LAİK ÜNİTER CUMHURİYET yanlısı herkesin Tukaka olduğu ,terorist olarak algılandığı bir Konjuktur yaratıldı. Bu konjukturun yaratılma çalışmalarını çok eski yazılarımda bahsetmiştim.
Vatansever kelimesi, kuvvai Milliye kelimesi, ATATÜRK kavramı dezinforme edilip manipulasyon kaynağı oldu. Bunu yapan TARİKATÇI ÇETE bunu ATATÜRKÇÜ yüm diyenlerin üzerine istihbarat teknikleri ile yıktı.. Amaç ATATÜRK ve devrimlerinin sonsuza kadar yok edilmesi idi. Bu toplumun 100/90 NI EĞİTİMSİZ (EĞİTİMDEN OKUL ANLAMAYIN) olduğu için egemen olduğu okul,yurt,dershane, MEDYA aracılığı ile ortalama zekanın altındaki insanlara bu düşünceleri benimsetti. Ortalama zeka SEVİYESİNDEKİ HER İNSAN BU DURUMU AÇIKÇA GÖREBİLİR. toplum ortalama zekanın altında olacak insanlarlar düşünülerek tekrar dizayn edildi. TIPKI ABD gibi ordaki halk bırakın ortalama zekayı gerizeka seviyesindedir. kendine ne anlatılırsa ona inanır..

Sonuç toplum ATATÜRK ,LAİK CUMHURİYET düşmanı oalrak tekarar oluşturuldu..

Bunu YAPAN ATATÜRKÇÜLER değil bu projeye biat edenlerdir. diye düşünüyorum.

hepinize saygılar arkadaşlar.

Monday, August 11, 2008

Bakü Tiflis Ceyhan hattında neler oluyor !!! RUSYA İLE ABD İRAN KONUSUNDA ANLAŞTI MI?

9 ŞEHİDİN ARDINDAKİ SIR 11 Ağustos 2008

Fatih ÇEKİRGE YAZIYOR

PKK YİNE TAŞERONLUĞA SOYUNDU

İşte yine 9 vatan evladının ateşi düştü.
Kemah'tan 9 şehit haberi geldi.
Alçakça döşenmiş bir mayın, göreve giden evlatlarımızı şehit etti.
Peki neden öldüler?
Bu öyle basit bir terör vakası değildir.
Yani Kandil'deki ya da Güneydoğu'daki birkaç teröristin oturup planladığı alçakça bir pusu değildir...
9 şehidimizin ardında uluslararası enerji savaşının alçakça oyunları vardır.
PKK işte bu oyunun taşeronu olarak özellikle Kemah'ı seçmiştir.
Neden Kemah?
Şimdi bazı olayları alt alta yazalım.
Kısa bir süre önce Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Ertuğrul Özkök ve ben, Erzincan'dan Kemah'a bir otomobil yolculuğu yapmıştık.
Bakan Yıldırım yol boyunca bu hattın önemini anlatmıştı.
Zaten yol kenarındaki kum torbalarının ardında nöbet bekleyen askerlerden her şey anlaşılıyordu...
Bu hat, Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol ve Doğalgaz Hattı’dır.
Aynı zamanda Bakü-Tiflis-Kars Tren Yolu bu enerji koridorunun ticaret hattını oluşturuyor.

http://img105.imagevenue.com/img.php?image=74473_erzincan_123_369lo.jpg

İşte Kemah'ın önemi buradadır...
İşte sıralıyorum:
- Kısa süre önce Erzincan Refahiye Karayolu'nda Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı havaya uçuruldu.
Bu eylemi PKK üstlendi.
Rusya ve Ermenistan, her fırsatta Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı’na karşı açıklamalar yaptı.
- Rusya, Karadeniz üzerinden Bulgaristan ve Avrupa'ya uzanan boru hattına alternatif olan ABD'nin desteklediği Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı’ndan rahatsız olduğunu hissettirdi.
- Boru hattının birinci ayağı Bakü-Azerbaycan, ikinci ayağı Tiflis-Gürcistan, üçüncü ayağı ise Erzincan bölgesi üzerinden Ceyhan'dır.
- Ve son olarak Rusya, Güney Osetya bahanesiyle Gürcistan'a savaş açtı.
Bu savaş NATO'ya üye olmak isteyen Rusya'nın hegemonyasından kurtulup Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı’yla Türkiye üzerinden ABD eksenine bağlanmak isteyen Gürcistan Lideri Saakaşvili ve yönetiminin düşürülmesini hedeflemektedir.
- Yukarıda Gürcistan'la savaş sürerken aşağıda PKK'nın Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı'nı havaya uçurması ve aynı bölge olan Erzincan bölgesinin boru hattı güvenliğini alan Türk askerlerini şehit etmesi rastlantı değildir.
- Bu PKK'nın açık taşeronluğudur.
Ucu Rusya-Ermenistan hattına bağlanmaktadır.
Türkiye, Gürcistan'a askeri destek sağlamıştır. Gürcistan özel kuvvetlerinin 700 subayını Harp Akademileri’nde eğitmektedir. 13 Türk özel kuvvet subayı, Tiflis'te Gürcü askerlerini eğitmektedir.
Türk Deniz Kuvvetleri, Gürcü Deniz Kuvvetlerine iki hücumbot hediye etmiştir.
Türk Silahlı Kuvvetleri Gürcistan Silahlı Kuvvetleri'ne 100 milyon dolar lojistik yardım yapmıştır.

Sevgili okurlar.
Bütün bunları alt alta sıraladığımızda az önce Kemah'ta şehit verdiğimiz 9 vatan evladının basit bir terör eylemiyle şehit olmadıkları açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu Türkiye'nin doğrudan geleceğini ilgilendiren ve enerji güvenliğini içeren uluslararası bir savaşın sonucudur.

PKK işte böyle bir savaşta Türkiye'nin geleceğine karşı taşeronluk yapmaktadır.
Türkiye'nin Gürcistan'la ilişkileri de gerek ticari gerek diplomatik gerekse askeri boyutlarıyla bu kapsamdadır.

İşte bu gerçekler ışığında bütün şehitlerine Allah'tan rahmet, milletimize başsağlığı diliyoruz.


kaynak http://www.hurriyet.com.tr/gundem/963416...9&sz=91242


Bugün 09:09 PM

Youtube'a formül bulundu

6 hazirandan beri kapalı olan YouTube yakında açılabilir. Peki hangi formül düşünülüyor?


Atatürk'e hakaret eden içerik nedeniyle 6 hazirandan beri kapalı olan video paylaşım sitesi YouTube, yerelleşme sayesinde yasaktan kurtuluyor.

Telekomünikasyon Kurumu yetkilileri ve YouTube temsilcileri arasında yapılan görüşmelerde, sitenin Türkiye'ye özgü bir arama motoru kurması kararlaştırıldı. Siteye .tr ya da com.tr uzantılı adreslerden girildiğinde, İnternet Güvenliği Yasası'na göre suç sayılan Atatürk'e hakaret, porno, müstehcenlik, kumar ve intihara özendirme gibi içeriğe sahip videolar ayıklanacak.

Kurum başkanı Tayfun Acarer, YouTube'un Almanya, Çin ve ABD için de benzer uygulamalara gittiğini belirterek, Türk kullanıcıları YouTube'a "ülke hassasiyetlerini dikkate alan youtube.tr ya da youtube.com.tr adreslerinden giriş yapmaya" davet etti. Ayrıca site Türkiye'ye bir temsilcilik açacak ve bundan böyle Türkiye ile YouTube arasındaki hukuki ve idari işlemler bu vasıtayla yürütülecek

kaynak http://www.hurriyet.com.tr/teknoloji/9630246.asp?gid=229&sz=28902

Friday, August 8, 2008

Yorum:Ergenekon gibi 25 örgüt var

''...Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından, Türkiye'nin geleceği açısından Ergenekon iddianamesinin hazırlanması ve bu iddianamenin mahkeme önüne taşınması, Türkiye için tarihi bir dönemeç noktasıdır."deniliyor yazıda...

25 örgüt daha olduğu söyleniyor...250 olmasın...İstanbul ajan cenneti,Türkiye örgüt cenneti desenize...

Türkiye'nin asla demokratikleşmeyeceğine inanıyorum.Bu toprakların çok bereketli,asil olduğunu ve bu nedenle de toprağın ;Öz'e ihaneti bizlere ödettirdiğini düşünüyortum...Ne zamandan beri mi? Osmanlı'nın Yaradan'dan vazgeçip,sefahate daldığı andan beri...Topraklarımız bereketli,madenler çıkartılmayı bekliyor,ağzı tıkanan petrol kuyuları bir açışta ülkeyi petrole boğacak,en verimli nehirler bizde,3 tarafımız deniz...Ama bu bollukta bu sefalet...
Neden peki?
Var, ama yok oynandığı için.
Biz müslüman Türkleriz,neden bu oyunun oynanmasına izin veriliyor?
Demek ki nasipsiziz..
Neden nasipsiz...?
Toprağa ,Öz'e ihanetten olmasın sakın...
Bu ülkede daha ne oyunlar oynanır,daha ne canlar yanar...
Bir ergeneokon biter...Ardından bir dizi çekilir (kurtlar vadisi pusu yerine ne isim verilir acaba:)Halk tamam anlayacak duruma geldi denildiğnde düğmeye basılır ve örgüt ortaya çıkartılır...Biz de saf saf izleriz...Birileri ülkeyi satıyormuş,birileri kurtarıyormuş deriz...Bol yorum yapar sonra Aman sen de ben mi kurtaracağım ülkeyi deyip asgari ücretle geçinmeye çalışırken hayata veda ederiz...

Durum bundan ibaret...
saygılar...
aKrep...

'Ergenekon gibi 25 örgüt var'

'Ergenekon gibi 25 örgüt var'


ANKARA (CİHAN)

TBMM Uğur Mumcu Cinayetini Araştırma Komisyonu'nun başkanlığını yapan Ersönmez Yarbay, Türkiye'deki derin devlet yapılanması içinde Ergenekon'un tek örgüt olmadığını, Ergenekon gibi en az 25 gizli örgüt bulunduğunu söyledi.

Ergenekon'un, mevcut sistemin sınırlarını zorladığı için tasfiye edildiğini dile getiren Ersönmez Yarbay, gazeteci Uğur Mumcu'nun ise kendi yandaşları tarafından, laik hassasiyetleri arttırmak için öldürüldüğünü savundu. Ergenekon soruşturması ve Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili açıklamalarda bulunan Ersönmez Yarbay, Türkiye'de 1991-95 tarihleri arasında birçok faili meçhul cinayet işlendiğini, bunlardan birisinin de Uğur Mumcu cinayeti olduğunu ifade etti. Bu dönemde faili meçhul cinayetlerin artmasının temel nedeninin, devletin terörle mücadelede politika değişikliği yapması olduğunu vurgulayan Yarbay, "Devlet demiştir ki 'terörle, terörün yöntemleriyle mücadele edelim.' Bu politika değişikliği nedeniyle sayıları binleri geçen faili meçhul cinayetler işlenmiştir. Bu cinayetlerin işlenmesiyle birlikte devlette suça karışanların sayısı artmıştır. Bunun bir sonucu olarak da o gün suç işletilenler, bugüne kadar suç işlemeye devam etmişlerdir" diye konuştu.




"UĞUR MUMCU LAİK KURUMLARIN HEDEFİ OLDU"


Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili olarak Ergenekon soruşturmasıyla birlikte yeniden gündeme gelen, 'İsrailli bir tim geldi öldürdü gitti' ve 'MKE'deki silahların izini sürdüğü için öldürüldü' gibi iddiaların Meclis Araştırma Komisyonu'nda da konuşulduğunu ifade eden Ersönmez Yarbay, ancak bu bilgilerin doğruluğunun teyit edilemediğini kaydetti. Komisyonda Mumcu'nun öldürülmesiyle ilgili 26-27 farklı senaryonun tartışıldığını, bunlardan birisinin de MKE'deki silahların izini sürmesiyle ilgili olduğunu dile getiren Yarbay, bu senaryoların tek tek incelendiğini ama hiçbirini destekleyecek somut delillerin bulunmadığını kaydetti. Yarbay, "Ama benim kanaatim şu. Türkiye'de o dönem laik kesimler, bizzat laik kuruluşlar tarafından hedef alınmış, onların duyarlılıkları, anti-laik kesime karşı mücadelelerinin keskinlikleri arttırılmak istenmiştir" dedi. "Yani kendi yandaşları tarafından mı öldürül dü?" diye sorusu üzerine Ersönmez Yarbay, "Tabii. Bizzat onlar tarafından belli duyarlılıkları artırmak için..." dedi.




Uğur Mumcu, Bahriye Üçok ve Muammer Aksoy cinayetleri ile Sivas olaylarının birbiriyle bağlantılı olduğunu savunan Yarbay, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra NATO'nun düşman olarak 'İslamcı tehlikeyi' belirlediğini kaydetti. Türkiye'de bu politik değişikliğin bir sonucu olarak laik kesimin özellikle uç insanlarının hedef haline geldiğini vurgulayan Yarbay, laiklik hassasiyetinin arttırılması için bu cinayetlerin işlendiğini söyledi. Yarbay, bu cinayetleri yaptıranların uzun vadede bunun faydasını gördüğünü, 28 Şubat'ın bu girişimlerin bir sonucu olduğunu ifade ederek, "1990'larda başlatılan, 'Laik kesimi duyarlı hale getirip sokağa dökme projesi, 28 Şubat ile hedefine varmıştır" diye konuştu. Yarbay, Uğur Mumcu cinayetinin de bu bütünlük içinde değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, "Daha çok iç politik hesaplarla kendi yandaşları tarafından hedef yapılmıştır" dedi.



"İSTİHBARAT BİRİMLERİNİN KARIŞTIĞI CİNAYETLER ÇÖZÜLEMİYOR"

Uğur Mumcu'nun eşi CHP milletvekili Güldal Mumcu'nun geçtiğimiz günlerde basına yansıyan, "Cinayetten 16 gün önce İsrail Büyükelçisi bizi yemeğe çağırdı ve yemekte Uğur Mumcu'ya 'Hiç öldürülmekten korkmuyor musunuz ?' dedi" şeklindeki ifadelerinin hatırlatılması üzerine Ersönmez Yarbay, Güldal Mumcu'nun bu konuyu Meclis komisyonuna söylemediğini ifade etti. İstihbarat birimlerinin karıştığı cinayetlerin ilgili makamlarca bilindiğini, ancak yargı aşamasında bu cinayetlerin aydınlatılamadığını vurgulayan Yarbay, Uğur Mumcu davasında bir sanığın bombayı koyduğunu kabul ettiğini, bu sanığın 1985'ten sonraki tüm bombalı saldırıları üstlendiğini hatırlattı. Bu bombalı saldırıların bir kısmının yabancı diplomatlara yönelik olduğunu ifade eden Yarbay, "Uğur Mumcu'nun ailesi ve diplomatları öldürülen ülkelerin hiçbiri bu iddiaları ciddiye almadı. Hiçbir ülke diplomatlarının katili yakalandı diye Türkiye'ye teşekkür etmedi veya davaya müdahil olmadı" diye konuştu.



"SOL İKTİDARLAR DÖNEMİNDE FAİLİ MEÇHULLER ARTTI"


Ersönmez Yarbay, 1991'de bir iktidar değişikliği yaşandığını ve DYP - SHP koalisyonunun iktidara geldiğini hatırlatarak, SHP'nin iktidarda olduğu bir dönemde SHP'ye destek verenlerin hedef haline getirilip öldürüldüğünü dile getirdi. Genellikle sol iktidarların olduğu dönemlerde faili meçhul cinayetlerin sayısının arttığını savunan Yarbay, 1971 muhtırası öncesinde ve 1978-79 yıllarında CHP'nin, 1991-95 yıllarında ise SHP'nin iktidarda olduğunu hatırlattı. "Sol iktidarda neden faili meçhuller artıyor" diye sorulması üzerine Yarbay, "Türkiye'deki sol görevini yapmadığı için veya benim bilmediğim bazı nedenlerden dolayı sol iktidarlarda faili meçhullerin sayısında artış oluyor. Bu dikkat çekicidir" dedi.




Derin devlet yapılanması içinde sağcının solcuyu, solcunun sağcıyı vurduğunu, ancak ipletin bir merkezin elinde olduğunu vurgulayan Ersönmez Yarbay, Ergenekon'un bu merkezin kontrolündeki örgütlerden sadece biri olduğunu söyledi. Ergenekon'un bir bütün olmadığı, sadece bir parça olduğunu savunan Yarbay, "Ergenekon'dan daha büyük en azından 25 tane örgüt daha vardır. Onun gibi büyük büyük örgütler var. Ergenekon belki biraz mevcut sistemin kontrol edemeyeceği kadar faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır. Bu yüzden tasfiye edilmeye çalışılmıştır. Mevcut sistemin sınırlarını zorlamıştır. Sistemin sınırları içinde kalsaydı, bir problem olmazdı" diye konuştu. Ergenekon'un üyelerinin yakalanması ve örgütün tasfiye edilmesinin nedenlerinden birisinin de polisin başarılı çalışması olduğunu vurgulayan Ersönmez Yarbay, polisin bu kez Ergenekon ile çalışmaması, Ergenekon'a karşı harekete gemesi sayesinde örgütün deşifre olduğunu kaydetti.



"Ergenekon iddianamesinde, Ergenekon'un PKK terör örgütüyle ilişkisinin gündeme geldiğinin hatırlatılması üzerine Ersönmez Yarbay, silahlı mücadele yapan örgütlerin zaten devletlerin kontrolü altında olduğunu söyledi. Silahların kimler tarafından üretildiğinin, nerelere gittiğinin bilindiğini vurgulayan Yarbay, "Dolayısıyla bir örgüt silahlı mücadelenin içine girmişse, o örgüt kesinlikle devlet istihbaratlarının kontrolüne girmiş demektir. PKK da silahlı örgüttür. Silahlı örgüt olduğu için PKK'nın gizliliğinin yüzde 80-90'ı ortadan kaldırıldı. İlgili istihbarat örgütleri, PKK'nın başındakileri, üst yöneticilerini, bölge temsilcilerini biliyordur" dedi. Devletin neden örgüt kurmaya ihtiyaç duyduğunun sorulması üzerine Yarbay, "Devlet der ki bir akım var. Bu akımları kontrol etmek için örgüt kurar. Bir Kürtçülük akımı var, İslamcılık akımı var, Türkçülük akımı var. Bu akımları kontrol etmek için bazı devlet görevlileri, bu tür yapılanmaların içine girebilir. PKK'nın devlet tarafından kurdurulduğu 1984 yılından beri iddia ediliyor. Hizbullah'ın da devlet tarafından kurdurulduğu söyleniyor. Bunun söylenebilmesi ifade özgürlüğü açısından önemlidir ancak, hukuk devletinde bu iddianın ispat edilmesi gerekir" Şeklinde konuştu.




"ERGENEKON SORUŞTURMASI TARİHİ FIRSAT"


Ersönmez Yarbay, demokratik sistemin tesis edilebilmesi için bu tür gizli yapılanmaların mutlaka deşifre edilmesi ve yenilerinin kurulmasına izin verilmemesi gerektiğini ifade etti. Devlet içindeki yapılanmaların, 1974'te Başbakan Bülent Ecevit tarafından ilk kez dillendirildiğini, o günden bugüne kadar bütün başbakanların bundan söz ettiğini vurgulayan Yarbay, şöyle konuştu: "Bu iddialarla ilgili olarak ilk kez yargılama söz konusu olmuştur. Ergenekon soruşturması bu yönüyle çok önemlidir. İlk kez bu iddialar yargı önüne taşınmıştır. Bunu büyük bir aşama olarak görüyorum. İşlenen suçların, söylenen suçların en azından birgün dava konusu olabileceği görüldü. Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından, Türkiye'nin geleceği açısından Ergenekon iddianamesinin hazırlanması ve bu iddianamenin mahkeme önüne taşınması, Türkiye için tarihi bir dönemeç noktasıdır."

08.08.2008
kaynak http://yenisafak.com.tr/Gundem/?t=08.08.2008&c=1&i=133547

Wednesday, August 6, 2008

Cumhurbaşkanı Gül, İnönü Üniversitesi rektörlüğüne Prof.Dr. Cemil Çelik'i atadı.

Cumhurbaşkanı Gül, İnönü Üniversitesi rektörlüğüne Prof.Dr. Cemil Çelik'i atadı.

İnönü üniversitesi rektörlüğüne hemşehrimiz Prof.Dr Cemil ÇELİK atanmıştır.Girmana halkı olarak Cemil hocamızı tebrik eder bundan sonraki görevinde başarılar dileriz..



Rektörlüğe Çelik Atandı


Cumhurbaşkanı Gül, İnönü Üniversitesi rektörlüğüne Prof.Dr. Cemil Çelik'i atadı.

ÇANKAYA'DAN AÇIKLAMA..
Atamalara ilişkin açıklama Cumhurbaşkanlığı'nın resmi internet sitesinde şöyle yayınlandı:

"Sayın Cumhurbaşkanımız, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 130 uncu ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 13 üncü maddeleri uyarınca, Yükseköğretim Kurulunun önerdiği adaylar arasından;

-Akdeniz Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. İsrafil KURTCEPHE’yi,
-Ankara Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Cemal TALUĞ’u
-Atatürk Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Hikmet KOÇAK’ı
-Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Kadri ÖZÇALDIRAN’ı,
-Cumhuriyet Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. İlyas DÖKMETAŞ’ı,
-Çukurova Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof. Dr. Alper AKINOĞLU’nu
-Dicle Üniversitesi Rektörlüğüne, Prof. Dr. Ayşegül Jale SARAÇ’ı,
-Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Mehmet FÜZÜN’ü,
-Ege Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Candeğer YILMAZ’ı,
-Erciyes Üniversitesi Rektörlüğüne Hasan Fahrettin KELEŞTEMUR’u,
-Fırat Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Ahmet Feyzi BİNGÖL’ü,
-Gazi Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Rıza AYHAN’ı,
-Gaziantep Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. M. Yavuz COŞKUN’u,
-İnönü Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Cemil ÇELİK’i,
-İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Muhammed ŞAHİN’i,
-Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektörlüğüne yeniden Prof. Dr. İbrahim ÖZEN’i,
-Ondokuz Mayıs Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Hüseyin AKAN’ı,
-Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Ahmet ACAR’ı,
-Trakya Üniversitesi Rektörlüğüne, yeniden Prof. Dr. Enver DURAN’ı
-Uludağ Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. Medet Mete CENGİZ’i,
-Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörlüğüne Prof. Dr. İsmail YÜKSEK’i
atamışlardır.

Bu vesileyle Sayın Cumhurbaşkanımız, yeni atanan ve halen görev başında bulunan rektörlerimizden beklentilerini şu şekilde ifade etmişlerdir:

"Ülkelerin ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel gelişimlerinde büyük rolü bulunan üniversiteler, bilim merkezi olmalarının yanında, kalkınma ve gelişmenin lokomotifidirler.

Bilgi ve teknoloji üretiminin yapıldığı, tüm düşüncelerin özgürce ifade edildiği evrensel kurumlar olan üniversitelerimizden beklentilerimiz büyüktür.

Üniversitelerimizin kendi aralarında olduğu gibi dünyanın saygın üniversiteleriyle de bilimsel çalışmada bir rekabet ve yarış içerisine girmeleri büyük önem taşımaktadır.

Bu bağlamda Avrupa Birliği ile müzakere sürecinde Yükseköğretim Kurulu tarafından hazırlanan ve geleceğe dönük projeksiyonlar sunan Strateji Belgesi'ni önemsiyorum.

Üniversitelerimizin Strateji Belgesi'ne uygun olarak yükseköğretim alanında Avrupa Birliği standartlarının yakalanması, bilimsel seviyenin yükseltilmesi ve araştırma-geliştirme alanında dünya ile yarışacak bir düzeye ulaşılması amacıyla daha fazla çaba göstermeleri gerektiğini düşünüyorum.

Bu duygularla yeni atanan rektörlerimizi kutluyor, kendilerine ve halen görevlerini yürüten üniversite yöneticilerine başarılar diliyorum."

ÜNİVERSİTEDE VE YÖK'TE İLK SIRADAYDI..
Prof.Dr. Fatih Hilmioğlu'nun, 2004'te ikinci kez seçildiği görev süresini tamamlaması nedeniyle boşalan rektörlük için aday adayı olanların sıralamasını belirlemek amacıyla 18 Haziran'da üniversitede oylama yapılmış; Prof.Dr. Cemil Çelik 183 oyla ilk, Prof.Dr. Sezai Yılmaz 170 oyla ikinci, Prof.Dr. İbrahim Keleş 21 oyla üçüncü, Prof.Dr. Özcan Ersoy 14 oyla dördüncü, Prof.Dr. Mehmet Demircan 8 oyla beşinci ve Prof.Dr. Ergün Ekinci de 3 oyla altıncı sırayı almışlar, bu sıralama YÖK'e bildirilmişti.

Malatya'dan gelen oylama sonuçlarını değerlendiren YÖK de, aday sayısını 3'e düşürmüş ve Malatya'dan gelen ilk 3 ismi aynı sıralamayla Cumhurbaşkanlığına aday olarak sunmuştu.

kaynak

http://www.girmana.com/index.php

Bir girmanalı olarak köyümüzden bir rektörün çıkması iftahar vesilesidir
kendisini görevinde başarılar diler görevi sırasınca ;

yolsuzluk,usulsuzlük gibi ithamlara İMKAN VERMEYECEK yönetim beklediğimizi bildirir , alnının akıyla görevini tamamlasını Cenab ı Hak'tan niyaz ederiz

ÜLKEMİZ İÇİN HAYIRLI VE UĞURLU OLSUN

Monday, August 4, 2008

AK Parti niçin "kapatılamadı"

Anayasa Mahkemesi’nin AK Parti’nin kapatılmamasına yönelik kararı daha uzunca bir süre tartışılacağa benziyor. Bu açıdan çeşitli kesimlerin kendi ideolojik duruşlarına göre yorumlar yapacağı ve yargı mekanizmasına karşı yeni tutumlar geliştireceği farklı bir sürece girme ihtimalimiz hayli yüksek.

Bunun ilk işaretini Cumhuriyet Halk Partisi İzmir milletvekili Canan Arıtman vermiş durumda.

Arıtman, Anayasa Mahkemesi’nin kararı hakkındaki görüşleri sorulduğunda, yaşadığı büyük hayal kırıklığı ve kızgınlığı şu sözlerle ifade etmiş: “Bundan sonra Türkiye’de yargının rejimin teminatı olup olmayacağı konusunda bende bir soru işareti oluştu. Kişisel görüşüm, Anayasa bir kere delindi. Bundan sonra delik deşik bir Anayasa ve delik deşik Anayasa Mahkemesi olur”.

Arıtman bu değerlendirmesiyle pek çok ulusalcının hislerine tercüman olmuş gibi görünüyor. Zira yüksek yargı ulusalcılar tarafından her zaman laikliğin yılmaz kalelerinden biri olarak kabul edilmekteydi. Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin son birkaç yıl içerisinde verdiği kararlar, mahkemenin ne denli siyasallaşmış bir kalıba büründüğünü ve kanunların hukuka değil, Kemalizm’e uygunluğunu denetler bir hale geldiğini tüm netliğiyle gözler önüne sermişti.

Beklenmeyen Gelişme

Tüm bunların ışığında, bu davanın kapatılmayla sonuçlanmaması için hiçbir neden de görünmemekteydi. Nitekim iddianamenin sunulması sonrası, raportör Osman Can’ın davanın reddine ilişkin görüşüne karşın mahkeme dosyayı işleme almakta fazla tereddüt göstermemişti. Üstelik Anayasa’ya göre ancak vatana ihanet suçuyla yargılanması söz konusu olan cumhurbaşkanının da sekize karşı üç oy çokluğuyla davaya dâhil edilmesi uygun bulunmuştu.

Hal böyleyken, çoğunluğu Ahmet Necdet Sezer’in atadığı üyelerden oluşan ve ideolojik yaklaşımları oldukça belli olan bazı yargıçların AK Parti’nin kapatılmaması yönünde oy kullanmış olması hayli ilginç.

Daha da ilginci, evrensel hukuk anlayışında yeri olmayan “odak olma” suçunun işlendiğine, ancak bunun “ağır bir biçimde vuku bulmadığına” kanaat getirilmiş olması.

Yani bir yandan partinin rejimi tehdit eder potansiyeldeki fikirlerin bir araya toplanma yeri olduğunun altı çiziliyor, diğer yandan da bu tehlikenin henüz olgunlaşmamış olduğundan hareketle partiye verilen para cezası ile yetiniliyor.

İşin en çarpıcı yönü ise, bu potansiyeli açığa vurduğu iddia edilen ve bunu eylem ve söylemleriyle “ispatlamış” olan parti yetkililerine hiçbir kişisel yaptırımın öngörülmemiş olması.

Yani AK Parti’li yetkililer tarafından ortaya konan icraat ve ifadelerin suç olmadığı, ama suça meyleder bir psikolojiyi kendi içerisinde barındırdığı gibi tuhaf bir saptama söz konusu.

Böyle bir mantığın, herhangi bir bireyin suça yatkın olabileceği varsayımıyla suç sayılacak fiilleri gerçekleştirmeden önce cezalandırılmasından pek de bir farkı yok. Bu denli gayrı hukuksal ve arkaik bir düşünce tarzının iki binli yıllarda halen geçerli olabileceğini görmek son derece düşündürücü.

Bunca tuhaflığın ortasında insan doğal olarak, hukuksal bakış açısını çoktan kaybedip siyasallaşmanın doruklarına ulaşmış olan Anayasa Mahkemesi’nin AK Parti’yi kapatmaktan niçin özellikle imtina etmiş olduğu düşünmeden edemiyor.

Varsayımların Tutarsızlığı

Bu durumu açıklama noktasında doğal bir sürecin işlemiş olduğu değerlendirmesinde bulunanlar iki temel varsayıma dayanmaktalar.

Bunların ilki, kapatmayı gerektirecek bir suç göremeyen mahkeme üyelerinin bu gerçekliği teslim ettikleri ve kendilerine yakışanı yaparak “hukuksal” davrandıkları tezinden yola çıkıyor.

İddianamedeki Danıştay saldırısının şeriatçı bağlantısının boşa çıkmış olması, zaten başörtüsünden başka elle tutulur bir şey bırakmamış vaziyette. Bu konudaki söylemlerin de “düşünce özgürlüğü” bağlamında değerlendirilmesi doğal olduğuna göre, mahkeme üyeleri her türlü ideolojik kaygılarına karşın partinin kapatılmaması yönünde görüş bildirmiş durumdalar.

Ne var ki bu varsayım, mahkemenin bundan iki ay kadar önce başörtüsü serbestisi yönündeki anayasa değişikliğini reddetmiş olduğu gerçeği göz önüne alındığında oldukça havada kalmakta. Çünkü hukuksal objektifliğe bu denli bağlı oldukları varsayılan Anayasa Mahkemesi üyeleri söz konusu davada yetkilerini açıkça çiğneyerek bir anayasa değişikliğini esastan incelemişler ve bu incelemeyi meşruiyetlerini bizzat kendisinden aldıkları anayasanın amir hükmüne karşı gelerek yapmışlardı.

Üstelik yine anayasada açıkça belirtilmiş olmasına karşın, iptal kararının gerekçesini de açıklamamışlardı.

Aradan geçen dokuz haftalık süre içerisinde ne mahkemenin dünya görüşünde ne de üyelerin hukuk algılayışlarında değişim olduğuna dair elimizde bir veri bulunmadığına göre, bu varsayımını kabullenmek için bir neden olmadığını ifade etmek pek de yanlış olmayacaktır.

İkinci ve daha güçlü bir varsayım, mahkemenin Türkiye’nin ekonomik gidişatındaki olası bir bozulmayı ve uluslararası anlamda uğrayacağı prestij kaybını göz önüne alarak siyasi bir değerlendirme yaptığı ve AK Parti’nin kapatılması gerekliliğine inanmasına karşın ülke çıkarlarını düşünerek bundan vazgeçtiği yönünde. Böylece AK Parti’ye ikinci bir şans daha tanınarak Türkiye’nin önünün kapanmaması için gerçek bir fedakârlıkta bulunulmuş olmakta.

Ne var ki bu varsayım da Anayasa mahkemesi’nin daha önceki icraatları düşünüldüğü zaman hayli iyimser duruyor. Zira 27 Nisan e-muhtırasının ardından mahkemenin verdiği 367 kararı Türkiye’nin dünyadaki itibarını fazlasıyla sarsmaya ve ülkenin bir yarı-askeri cunta rejimi olarak yaftalanmasına fazlasıyla yetmişti. AK Parti iddianamesi büyük bir çoğunlukla kabul edilirken de ekonomik sarsıntıya fazla aldırış edilmemişti.

Üstelik hali hazırda AK Parti’nin kapatılacağı olasılığı piyasalarda fiyatlanmışken ve AB’nin tepkileri de göreceli olarak yumuşamış durumdayken, mahkemenin gösterdiği bu “fedakârlık” son derece garip kaçıyor.

Öyleyse, bu kapatmama kararını anlamlandıracak daha güçlü bulgulara ihtiyacımız olduğunu söyleyebiliriz.

Muvazzaflar Sorunu

Bu konuda gereksinim duyduğumuz malzemeyi bize “Ergenekon davası” fazlasıyla sağlamakta.

Geçtiğimiz hafta iddianamesi yayımlanan Ergenekon Terör Örgütü’ne üye olmakla suçlanan pek çok ünlü isim arasında, başta örgütün lideri olmakla itham edilen Veli Küçük olmak üzere bazı emekli subaylar da bulunuyor.

Altıncı dalga tutuklamalarla beraber bu isimlerin arasına 1. Ordu Eski Komutanı Hurşit Tolon ve Jandarma Eski Genel Komutanı Şener Eruygur’un da eklenmiş olması hiç şüphesiz Türk Silahlı Kuvvetlerinde ciddi bir rahatsızlık yaratmış durumda. Zira bu denli yüksek rütbeli emekli subayın örgüt içerisinde yer aldığı iddiası, muvazzaf TSK mensuplarının bazılarının da şu anda bu yapılanma içerisinde olabileceklerini ciddi biçimde ima ediyor. Çünkü bu isimlerin çete faaliyetleri esnasında hiçbir muvazzaftan yardım almamış olması veya hali hazırda hiçbir görevli subayla bu yasadışı organizasyon bağlamda ilişki halinde bulunmamaları akla çok yatkın gelen bir durum değil.

Nitekim Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök’ün de bir nevi zımni kabule yanaştığı Özden Örnek’in darbe günlüklerinden “sarıkız” ve “ayışığı” kod adlı iki darbe girişimi planlandığını bilmekteyiz. Kamuoyundaki genel kanı da günlüklerin iddianamede mutlaka yer alacağı yönündeydi. Böylece Ergenekon oluşumunun ordudaki uzantılarının kovuşturmaya resmen dâhil edilmesi ve pek çok farklı rütbelerdeki muvazzafın örgüt üyesi olduklarının deşifre edilebilmesi mümkün olabilecekti.

Ne var ki böyle bir durumun TSK’yı toplum nezdinde ve uluslararası planda ne kadar yıpratacağını öngörebilmek pek de zor değil.

Faili meçhul cinayetlere bulaşan ve bir darbe ortamı yaratabilmek için her türlü manipülasyonu meşru sayan illegal bir örgütün kendi mensupları içerisinde de kök salmış olabileceği gerçeği ve bunun tüm çıplaklığıyla ortaya dökülebilme olasılığı Silahlı Kuvvetlerde derin bir endişe ve huzursuzluk yaratmaya fazlasıyla yetiyor.

Dolayısıyla kesin kanıt bulunmamasına karşın şüpheli görüldüğü için ucu açık bırakılan birtakım yargıların aksine iddianamede, “Ergenekon Terör Örgütü’nün TSK ile hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır” ibaresinin kullanılması, adeta belli bir noktada durulmuş olduğu izlenimini vermesi açısından oldukça dikkat çekici.

Buna ek olarak darbe günlüklerinin beklenenin tersine iddianame kapsamına alınmaması, TSK’nın bu hassasiyetinin dikkate alınmış olduğunun diğer bir göstergesi gibi duruyor.

AK Parti hükümetinin bu soruşturmaya verdiği destek düşünüldüğü zaman, savcılığın böyle bir yola hükümetten bağımsız olarak başvurduğunu söylemek pek mümkün değil. Hükümetin Ergenekon soruşturmasına TSK’yı doğrudan karıştırmama yönünde atmış olduğu olası bir adım ise, bunun mukabilinde ne çeşit taahhütler almış olabileceği sorusunu gündeme getiriyor.

Tüm bu mantık zinciri bize TSK’nın doğrudan veya dolaylı olarak Anayasa Mahkemesi’nin bazı üyelerine AK Parti’nin kapatılmaması yönünde bir telkinde bulunmuş olabileceğini fazlasıyla ima etmekte. Üstelik TSK’nın Anayasa Mahkemesi üyeleriyle böyle bir dirsek temasında olamayacağını söylemek de mümkün değil çünkü bir süre önce ortaya çıkarılan Paksüt – Başbuğ buluşması hâlâ anlamlı bir örnek olarak karşımızda duruyor.

Eğer böyle bir ilişki söz konusuysa, ortaya çıkan sonucun bu ilişkinin varlığı konusunda mümkün olduğunca şüphe uyandırmayacak bir içeriğe sahip olması büyük önem taşımakta. Bu açıdan mahkeme üyelerinin oy dağılımındaki radikal bir değişimin göze batma ihtimali de oldukça yüksekti.

Nitekim 6’ya karşı 5 gibi bir sonucun ortaya çıkmış olması oldukça mantıklı görünüyor. Böylece hem AK Parti’nin kapatılmamasına karşın kıl payı kurtulmuş olduğu görüntüsü veriliyor, hem de ulusalcı muhalefete çoğunluk üyelerinin karşı yönde oy kullanmış olmasıyla bir söylem üretme imkânı tanınıyor. Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin Demokles’in Kılıcı gibi her an AK Parti’nin tepesinde durduğu izlenimi de kamuoyuna yeterince yansıtılmış oluyor.

Kaybeden Ulusalcılar

Bu koşullar altında Ergenekon soruşturmasının artık muvazzaflara dokunma olasılığı oldukça düşük görünüyor. Ancak aleyhlerinde kuvvetli deliller bulunan ve faaliyetleri deşifre edilmiş olan başta Veli Küçük olmak üzere birçok emekli subayın gözden çıkarıldığı aşikâr. Bu yasadışı çetenin muvazzaflar arasındaki uzantılarını uzun vadede temizleme görevi ise TSK’nın kendisine düşüyor. Zira artık TSK’nın bu denli ağır bir yükü taşıması pek mümkün görünmüyor.

Kendisine siyaset dışı yeni bir konum belirlemeye istekli görünen TSK için bu hem oldukça mantıklı duruyor, hem de siyasetin asıl zeminine kayması açısından benimsenmesi gerekli bir tavrı ifade ediyor.

Bu bağlamda önümüzdeki dönemlerin Yüksek Askeri Şura toplantılarında beklenmedik şekilde terfi ettirilmeyen veya emekliliğe sevk edilen pek çok muvazzafla karşılaşmamız çok şaşırtıcı olmayacaktır.

Tüm bu karmaşık denklem içerisinde kaybeden tek kesim ise, tüm kartlarını siyaset dışı unsurların müdahalesi üzerine oynamış olan ulusalcılar. Çünkü TSK’nın kendini siyaset arenasının dışına çekmesi ve yargının ideolojik bakış açısını terk etmek durumunda kalması, siyasetin normalleşme sürecine girdiğini ima ediyor. Normalleşmeye başlayan siyaset ortamı da, bu ortamda yer alan aktörleri “gerçek siyaset” üretmeye mecbur bırakan bir niteliğe sahip.

Sürekli olarak siyaset dışı unsurlardan medet uman güdük bir politik yaklaşımın böyle bir süreçte etkinliğini kademeli olarak yitirmesi ve ufalanması kaçınılmaz.

Dolayısıyla ulusalcılar AK Parti’nin odak olduğunun tescillendiği tesellisiyle avunadursun, Canan Arıtman’ın sözlerinde ifade bulan onulmaz karamsarlık hali bu gerçekliğin açık bir itirafından başka bir anlama gelmiyor.

www.bizkackisiyiz.net

Sunday, August 3, 2008

ANAYASA MAHKMESİ SONUÇLANDI İHTAR KARARI ÇIKTI

Sevgili Kurdoğlu'nun bendenolsun bloğumuzdaki yazısını izniyle taşıdım...
Konu eğlencelik değilmiş:)
sevgiler...
aKrep...

30 Temmuz 2008 Çarşamba
ANAYASA MAHKMESİ SONUÇLANDI İHTAR KARARI ÇIKTI

'AK Parti kapatılmasın' kararı çıktı

Anayasa Mahkemesi tarihi kararını akşam saat 18:05'te açıkladı, AK Parti kapatma davasında 6 ya karşı 5 oyla kapatma istemi reddedildi. AK parti Hazine yardımlarının yarısından mahrum bırakılacak.



Anayasa Mahkemesi kararını açıkladı. Mahkeme 6 karşı 5 oyla AK Parti'nin kapatılmamasına
karar verdi.


Anayasa Mahkemesi aylardır bütün dünyanın merakla beklediği kararını 3 gün süren görüşmelerin ardından bugün açıkladı. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç saat 18:05'de yaptığı açıklamada AK Parti'nin Hazine yardımının yarısından mahrum bırakılmasına karar verildiğini açıkladı.

6 KAPATILSIN, 4 HAZİNE YARDIMI KESİLSİN, 1 RED OYU

Haşim Kılıç yapılan oylamada 6 üyenin AK Parti'nin kapatılması yönünde oy kullandığını, 4 üyenin ise AK Parti'nin laikliğin karşıtı eylemlerin odağı olduğunu ancak çok tehlikeli boyutta olmadığını belirttiğini 1 üyenin ise davanın reddi yönünde ok kullandığını açıkladı. Kılıç, daha sonra bir soru üzerine ise red oyu kulanan üyenin kendisi olduğunu belirtti.

Haşim Kılıç Red

Osman Paksüt Evet

Fulya Kantarcıoğlu Evet

Mehmet Erten Evet

Necmi Özder Evet

Şevket Apalak Evet

Zehra Ayla Pektaş Evet

Sacit Adalı Hazine yardımından mahrum bırakılsın

Ahmet Akyalçın Hazine yardımından mahrum bırakılsın

Serdar Özgüldür Hazine yardımından mahrum bırakılsın

Ferruh Kaleli Hazine yardımından mahrum bırakılsın

"HAKARETLERE MARUZ KALDIK "

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, kararı açıklamadan önce yaptığı konuşmada şunları söyledi:

"Bu davaların görülme süreciyle ilgili her türlü ahlaki ve insani değerler aşılarak, hakaretlere maruz kaldık. Arkadaşlarımın üzüntülerini bir kez daha bildiriyorum. Bu davaların görülme süreci, mahkemenin kendi planı çerçevesinde yürümektedir. Biz dışardan gelen baskılar çerçevesinde programlama yapmadık, gerekin yaptık. Önümüze gelen davaların ekonomik, sosyal ve siyasi önemi nedeniyle, davanın bir an önce sonuçlanması gereğini gözardı edemezdik. Biz de bu ülkede yaşıyoruz. Bu konudaki, bu davanın öneminin ne kadar önemli olduğunu görmemezlikten gelemezdik. Buna dikkat ettik. Görevlendirdiğimiz raportör arkadaşımız deneyimli, birikimliydi, bu nedenle çok kısa sürede raporunu yazdı. Arkadaşımız yalnız başına bu raporu yazmadı, iki arkadaşımız kendisine refakat etti. 3 arkadaşımız raporu yazıp, kurulun önüne getirdi. Raportörün neden tercih edildiği eleştirisine gelince, türban davasını arkadaşımız tarafından incelenmesi nedeniyle de, kolaylık sağlaması nedeniyle tercih edilmiştir. Sadece budur, herhangi bir sebep düşünmeyelim.

Siyasi parti kapatmalarla ilgili, tabii karar verirken, bir partinin kapatılmasıyla ilgili hiçbir arkadaşımız mutlu olduğunu söyleyemez. Karar vermede çok ciddi sıkıntı çekiyoruz. Arkadaşlarımız bu davada da dile getirmiştir. Ancak, çağdaş ve demokratik ülkelerle beraberlik sağlama adına, ne zamanki bir siyasi parti kapatma davası gündeme gelir, o zaman kararların değişmesi gerektiği konuşulur. Dava daha açılmadan, ilgili siyasi partilerin uzlaşma içinde kararların alınmasını arzu ederdik. Ancak bu konular, dava açılmasıyla canlılık kazandı. Bir kez daha siyasi partilerimize seslenmek istiyoruz. Bu konuda rahatsızlık varsa, topluma ters gelen anayasa değişiklikleri varsa, bunların süratle gerçekleştirilmesini istiyoruz.

Toplumda çok ciddi bir gerginlik olduğunu görüyoruz. Kararın sonucuna bağlı olarak, tekrar tekrar ifade ediyoruz, hangi düşünce ve inançla olursa olsun, birlikte yaşama şartlarının oluşmasını, devamına ilişkin elimizden gelen gayreti gösterme gerekliliğine inanıyoruz. Bu gerginliği azaltma çabaları gösterileceğine inancımızı belirtiyoruz.


"SİYASİLERE ÇAĞRI "

Kılıç, "Siyasi aktörlerimize burdan seslenmek istiyoruz, topluma ters gelen kurallar ve anayasa değişiklikleri varsa bu konuda sürratle uzlaşarak gerekli düzenlemelerin yapılması çağrısında bulunmak istiyoruz" diye konuştu.
Gönderen Kurtoglu zaman: 20:03