Friday, February 15, 2008

Yorum: Din halkın afyonudur

“Din halkların afyonudur” iddiası, tarihsel perspektifte bakıldığında tamamıyla reddedilebilecek bir varsayım değildir.

Çünkü din son derece güçlü bir olgudur ve insan hayatında “doğru-yanlış” hareketlerin neler olduğu kriterini belirleyen ve mutlak yaratıcıdan gelen inançlar, kurallar bütünüdür. (İbrahimî -Abrahamic- dinlerden bahsediyorum, yani Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet)

Yüzyıllar boyunca, Musevilik ve İslamiyet için pek söz konusu olmasa da (hem Museviler hem de Müslümanlar, tarihteki en yüksek ve müreffeh medeniyet düzeylerine “din devleti” oldukları zamanlarda ulaşmışlardır), Hıristiyan Avrupa için engizisyon ve “papazlar sınıfı” her zaman büyük bir sorun teşkil etmiştir.

Ancak Musevilerin ve Müslümanların da tarihin belli devirlerinde bundan sıyrılamadıklarını görebiliyoruz.

Aslında dinin tarihin belli zamanlarında gelişimin veya gerçeklerin görülmesinin önünde engel olmasının ana nedeni, dinin kendi içerisinde olan veya onu yorumlamaya kendilerini yetkili gören ruhbanlarca öngürülen“dogmalar bağlamında farklılıklara yer vermeme, olayları sorgulamama” olgusudur.

Elbette ki dogmaları olmayan bir din, inanç hatta fikir dahi olamaz. Demokrasinin, liberalizmin bile kendi içerisinde çoğulculuk, adalet, fikir özgürlüğü gibi dogmaları vardır. Bizzat bu sözü sarfeden kişinin ideolojisi olan Marksizmin dogmaları ise çok daha fazla ve katıdır, çünkü bir proleterya diktatörlüğünü öngörmektedir.

Öyleyse, burada temel kriter “dinsel dogmaların, insanın teknolojik, siyasal ve fikirsel gelişimine sekte vurup vurmadığı” sorgulaması olduğu kadar “bunun ne kadar zorlayıcı olduğu” kriteridir. Çünkü toplumda asıl sorun yaratan ve gelişimi engelleyici unsur budur.

Bu, her din için ayrıca inceleme yapılması gereken bir konudur ve ilahiyat-teoloji alanına girmeden yanıtlanması pek mümkün değildir. Yani, bunu sorgulamak için hem Mekkeli müşrikler, hem Firavun Ramses, hem de Ferisîler konusuna değinmek zorundasınız. Çünkü dinin asıl dinamiklerini onlar sayesinde görebilir ve bugüne uyarlayabilirsiniz.
Eğer özel olarak İslamiyet konusuna girebilirsek, elbette ki bu teze karşı teolojik ve tarihsel ciddi anti-tezler üretilmesi mümkündür.

Marx'ın iddiası konusunda çok aydınlatıcı bir çalışma olan ve Marksizme yakınlığıyla bilinen, Jean Paul Sartre’nin kendisi için: “Eğer bir dine inanacak olsaydım, onun dini olurdu” dediği Ali Şeriati’nin “Dine Karşı Din” (Religion against religion) makalesi, tam da bu konuları ele almaktadır ve bu tezleri yanıtlamayı amaçlamaktadır

İlgilenen arkadaşlar makalenin tamamını buradan okuyabilirler: http://www.aliseriati.com/kitaplar.php?Kat_id=29

Bunların dışında, sadece dinin değil, ideolojilerin ve fikirlerin siyasal erk tarafından nasıl gelişmeye karşı duran etkili bir silah olarak kullanıldığını hepimiz görebiliriz. Bunu İran’da, Arabistan’da, Kore’de, hatta Türkiye’de bile görebilirsiniz.

Elinizde size iman etmeye hazır ve bu konuda yetiştirilmiş kitleler olması, bu işten çıkarı olan bir bürokratik sınıfın bulunması fazlasıyla yeterlidir.

Bu yüzden, ideolojinin veya düşüncenin bu söz konusu kitlelerce özgürlüklere, gelişime ve çoğulculuğa aykırı bir şekilde dikte ettirilmesi, onun “insanlık gelişime aykırı olduğu” tezinin geniş kabul görmesini kaçınılmaz kılar.

Örneğin, Marx’ın veya materyalist düşüncenin bu söyleminin geniş kabul görmesi, Hıristiyanlığın özünün iddia edilen sonuçlara yol açmasının zorunluluğundan ziyade, o dini uygulayan ve dikte eden ruhbanların eylemlerinden kaynaklanmaktadır.

Söylediğimiz üzere, bunun illa da “din” olması zorunlu değildir. Bir kitle tarafından iman edilmişçesince benimsenen, her türlü doğru-yanlış kriterini kendi tekelinde görüp bunu kendine bir yönetimsel taban edindikten sonra başkalarına zorla yaşatmaya çalışan bir fikirler bütün de bu sondan kendini kurtaramaz.

Bunun çok benzer bir örneği ülkemizde yaşanmaktadır.

Gerek liberal kanatta, gerekse Atilla Yayla, Baskın Oran, Murat Belge, Ufuk Uras gibi Marksistlerden “Kemalizm gerilemeye tekabül eder” düşüncesi ciddi kabul görmektedir.

Bu kimseler de haliyle Kemalizm’in kaynaklarına inip onu ciddi analizlere tabi tutmamakta, kendilerini “Kemal’in askeri” olarak tabir eden bir takım ruhbanların ve kitlelerin yaptıkları üzerine yorum inşa etmektedirler.

Çünkü bu insanlar kemalizmde farklı bir bakış açısı kabul etmemekte, belli bir yönetsel-bürokratik kitleyi ellerinde tutmakta ve topluma bunu her alanda empoze etmeye çalışmaktadırlar.

Bu da haliyle kemalizmin özüne inme çabalarını hem gereksiz kılmakta, hem de imkansız hale getirmektedir.

Bu durumda da böyle bir sonuca varmanın kaçınılmaz olmasının yanı sıra, bu görüş gittikçe de genel bir kabul görme durumundadır. Hem ülke içinde hem de ülke dışında.

Tıpkı Marx’ın “Din afyondur” sözünün bazı çevrelerde genel kabul görmesi gibi.
Yunus

No comments: