Tuesday, May 6, 2008

Çok eşlilik üzerine

Sevgili Akrep öncelikle yazdıkların için teşekkür ediyorum.

İlk olarak ''Dört eş olayını peygamberimizi örnek alan erkekler olarak ve sünnetidir diye yapacaksınız öyle mi...?” lafzı ile başlayan ve örneklerle eleştiri yaptığın yazın üzerine genel bir şeyler söylemek isterim.

Bu konuda genel bir yanılgı içerisine girmemek için sünnet ve icazet olayını birbirinden ayırmak gerektiğini düşünüyorum. Birden fazla kadınla evlenebilme Kur’an’dan alınma bir icazettir. Yani peygamberimizin davranışından bağımsız olarak belli şartlar dahilinde verilen bir olanaktır. Doğrudur, peygamberimizin davranışları esas olarak örnek niteliğindedir ve efdal’dir (daha faziletli), ama velev ki peygamber birden çok kadınla hiç evlenmiş olmasaydı dahi bu olanak geçersiz kalmazdı, mekruh da sayılmazdı.

Öyleyse bu imkanın ölçütleri nelerdir, onların bilinmesi gerekir. O da önceden söylediğim gibi bir uzmanın yanıtlaması gereken sorular. Ancak şu bir-iki yüzyıl hariç insanlık tarihine baktığımızda hiç de anormal bir durum gibi görünmüyor.

Anormal hale gelmesinin nedeni de modernitenin oluşmasıyla beraber kadının güç kazanmasıdır. Günümüzde ise şekil değiştirerek ağırlıklı olarak erkeğin eşini aldatmasıyla sürüp gitmektedir. Benim açımdan çokeşlilik bağlamında birden çok kadınla evli olmanın veya eşini sürekli aldatıp durmanın pek bir farkı yok.

Sevgili Kartal dostum da aşktan bahsetmiş ve çokeşliliğin irrasyonel olduğundan söz etmiş. Ancak hepimiz biliyoruz ki günden güne daha çok çift birbirini aldatmakta. Bu çiftler de büyük aşklar yaşayarak evlendiklerini ifade ediyorlar ki biz de buna inanmak durumundayız. Üstelik bunlar son derece iyi tahsil görmüş, okumuş kimseler. Yani sıradan veya gelişmemiş insan prototipinin hayli üzerindeler. Hatta diyebiliriz ki insanların biliş düzeyleri, gelirleri ve eğitimleri arttıkça aldatma vakaları da doğru orantılı bir şekilde artıyor. Bu da –ki ben bunu tek eşe bağlı kalamama olarak görüyorum- tek eşliliğe karşı duruşun gelişmişlik düzeyiyle ters anlamda bağlantılı olmadığını, hatta paralel gittiğini gösteriyor.

Belki bunlar tuhaf geliyor ama saptamam bu şekilde.

Tabi burada “olması gerekenin ne olduğu” ile “gerçekte ne olduğu” arasındaki keskin ayırımı fark etmemiz gerekiyor. Benim ahlaki değerlerime göre insanın eşine sadakatsiz kalması veya başka kadınların peşinden koşması asla tasvip edilebilecek davranışlar değildir. Ancak bu değer yargısına birçok insanın sahip olmadığını, olsa bile bunun lafta kaldığını teslim etmek gerekiyor. Olayları “olması gerektiği gibi” değil, “olduğu gibi” görmeliyiz, kendi kişisel tercihimiz elbette bundan bağımsız olabilir.

Özet olarak insan denen yaratığın içinde yer etmiş temel güdüler ve dürtüler, zaman ve şartlar ne olursa olsun bir şekilde baskın çıkabiliyor. Çünkü bu güdüler son derece içsel ve eğitimle, zamanla veya şehirleşmeyle kolay kolay yok olmuyor.

Bu arada ilk defa bu saptama konusunda aramızda ciddi bir ayrışma yaşandığını görüyorum ki bu ilginç ve heyecanlı oldu. İnsanoğlunun benimsemediğim bir davranış kalıbının bir realite olduğunu savunmak da şeytanın avukatlığını yapar gibi bana kaldı.

No comments: