Thursday, May 29, 2008

Yorum: İmam-Öğretmen

Sevgili dostum sen de teslim edersin ki saydığın ayaklanmaların hemen hemen tamamı son derece sınırlı bir yere sıkışmış olmasının yanı sıra, Kürtçü temelleri yoktur. Bunlarda bir ırksal kimlik olmadığı için de –ki Kürtlerin millet bilincine sahip olma süreci 1900’lerden sonraya rastlar- şu anki genel PKK olayından son derece farklı bir konuma sahiplerdir. Bu nedenle alamet-i farikaları ayrılıkçı bir özelliğe sahip olmaları değildir. Belki Koçgiri aşiretinin isyanını biraz bu kapsama sokabilirsin ama onda da Alevi köklerin Kürtçülükten çok daha fazla rol oynadığı açıktır.

Nitekim ilk gerçek anlamda Kürt isyanının Şeyh Sait ayaklanması olduğu söylenebilir ki İslamiyet-Kürtçülük unsurları birbirine girmiş durumdadır. Giderek de bugüne kadar Kürtçülük hareketinin İslamiyet’ten sıyrıldığını ve ayrılıkçı unsurların materyalist felsefelere yöneldiğini gözlemlemek mümkün.

Celali ayaklanmaları ise milliyetçiliğin ortaya çıkışından çok öncelere rastlar ve bu kategoriden çok farklı bir konumdadır.

Ermeni ayaklanmaları ise başlı başına milliyetçiliğin bir sonucu ve uzantısıdır, aynen Arap kabilelerinin başkaldırısı gibi.

Yani sonuç olarak öze dönersek, Kürtlerin toptan bir halk olarak devlete karşı rahatsızlık duymaları cunhuriyetten sonraya rastlar. Özellikle 1930’larda başlayan Türkleştirme (Turkification) politikaları, Dersim (Tunceli) isyanından sonra kayda değer büyük bir ayaklanma olmamasına karşın genel Kürt huzursuzluğunun, dolayısıyla PKK kalkışmasının temellerini atmıştır. Bugün 12 Eylül generalleri bile yaptıkları yanlışları itiraf etmektedirler.

Bu arada ayrıştığımız temel noktalardan biri, muhafazakarlık kavramını Kurtuluş Savaşı’ndan soyutlamandır. İslami unsurların Kurtuluş Savaşı’nda önemli bir rol oynadığını, askerlerin “şehit” olma ülküsüyle cesaret kazandığını, namaz kılıp savaşa gittiklerini, Kur’an okuyarak ölüme koştuklarını eminim sen de bilmektesin. Herhalde “savaştan sonra laik cumhuriyet kuracağız, ezanı Türkçe yapıp şeriat isteyenleri sallandıracağız” deseydin o askerler dönüp önce senin kafana kurşunu sıkarlardı.

Hal böyleyken laikliğe gönül vermiş aydınlık Türk askerleriyle savaşım verildiği izlenimi komik kaçmaktadır. Zaten kırılma noktası, ilk meclisten ikinci meclise geçme sürecidir. Kurtuluş Savaşı’nı veren ilk meclistir, devrimleri yapan ise ikincisi. Asıl sistem ikinci meclisin eseridir. Yani Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştiren kadro ile sistemin temellerini atan kadro büyük ölçüde farklılaşmıştır. Bu tarihsel bir gerçektir. Ortada bu çeşit ciddi bir kırılma varken süreci kesintisiz bir bütün olarak görmek tutarsızdır.

Toplumdaki dinamiği de sahte bir dincileşme şeklinde açıklayamazsın. Burada iktidar ile kitle arasındaki fark önemlidir. ABD etkisi, ikiyüzlülük, … vs gibi şeyler teorik olarak olsa olsa siyasal iktidar sahipleri veya ufak bir üst azınlık için söz konusu olabilir. Oysa biz milyonlardan söz etmekteyiz. İstibdat … vs gibi yaklaşımlar da yönetsel kadroyu niteler, halkı nitelemez.

Muhafazakarlığın modern veya post-modern yaşam ile birlikteliğinin toplum tarafından hayata geçirilme süreci ise bir vakıadır sevgili dostum. Bunu kişiler iyi veya kötü görebilir, ama bu böyle bir sürecin var olduğu gerçekliğini değiştirmez. Ben bunu sevmesem bile inkar edemem, ki benim algılayışım açısından hiç uygun olmayan birtakım öğeleri de içermektedir. Ancak ben buna “böyle bir şey yoktur, yapmadır, dış kaynaklıdır, bir süre sonra geçer, …vs” desem olanlara değil inanmak istediğime inanmış olurum. Hatta bu süreç öyle güçlü ki, kemikleşmiş yapıyı söküp atmak üzere. Türkiye ister istemez yeni bir sürecin içindedir bile ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.

AKP bu sürecin ürünlerinden sadece biridir. Bugün AKP gider, yarın BKP gelir. Bugün Tayyip gider yarın Mustafa gelir. Ama sonuç değişmez.

No comments: