Friday, May 23, 2008

Yorum: Polis devleti

Sevgili dostum; Kongar’ın bahsettiği yanlışlıkların çoğuna bizzat katılıyorum ve bunu ifade ettim. Ancak bu sakat yapının seksen yıldır süregelen asıl köklü, taşlaşmış ve büyük sorunlar yaratan kısımları gözden kaçırılmamalı. Kimi halihazırda dile getirilenleri yok saymaya, kimi de bu kemikleşmiş yapısal sakatlıklara türlü kulplar bulmaya veya onları hasıraltı etmeye çalışıyor. Kongar da bunlardan biri. Tencere dibin kara mantığından sıyrılamadığımız takdirde çözmemiz olanaksız.
Her ne olursa olsun, bu nitelendirmeler yapının sorgulanmasının önünü örtmeye yönelik çabalardır. Ne var ki küresel değişim ve toplumun iradesi göz önüne alındığında, yapının kırılmasının kaçınılmaz olduğunu herhalde herkes teslim etmek durumunda kalacaktır.

Olayların teker teker ayrıntılarına girilip hepsini tek başına değerlendirmek mümkün. Fazla uzun süreceği için kısaca değinelim.

Öncelikle Ergenekon’un iddianamesi bir süre sonra açıklanır ve ayrıntıları hep birlikte görürüz. Bu ülkede kontrgerilla ve gladyo yapılanması hiç de yeni bir şey değil ve neler karıştırmakta oldukları herkesçe malum. Bu vahim iddiaları bir fotoğraf veya sorgulamaya indirgemek bir kaçış yolundan başka bir şey değil. Yapılan başka yanlışları örnek göstererek olayın üzerini örtmeye çalışmak da boş bir çabadan öteye gitmiyor. Bunu yapmaya çabalayanları son derece çocuksu buluyorum. Yıllar yılı bizzat ABD ve NATO tarafından semirtilen ve türlü darbe, iç çatışma ve katliam senaryosunda başrolü üstlenen bu yapının şimdi ulusalcı kesilmesi ise son derece ibretlik bir olay.

Ülkemizin hukuk devleti olmama sorunu da onlarca yıllık bir problem. 12 Eylül’de de bu vardı, Refah’ın kapatılmasında da, azınlık sorununda da, şu anda da. Bunlar arasında ben bir ayrıma gitmiyorum. Aynı olay e-muhtırada da söz konusu. “Olay halk iradesine karşı değil, onun verdiği yetkiyle icraatta bulunanlara karşı verilmiştir” savı ise kabul edersin ki hem demokrasi bağlamında tutarsız, hem de yanlışlığı tarihle ispat olunmuş bir yargı.

Tutarsız çünkü demokrasilerde icraatın iyi veya kötü olup olmadığına generallerin vehimleri değil halkın kendisi karar verir. Aksi takdirde sandığın bir anlamı kalmaz. Acaba tarih boyunca önce darbe yapıp sonra da “ben halkın iradesine karşı bunu yaptım” diyen cunta var mıdır? Hepsinin dayanağı “ülkenin kötü (!) yönetiliyor” olmasıdır.

Sonuçları ise %47 ile akabinde ispat olunmuştur.

Bu tip demokrasiye burnunu sokma girişimlerine kayıtsız veya tarafsız kalmak düşünülebilecek bir seçenek değildir. 21. yüzyıl Türkiye’sini darbe imalarıyla 3. sınıf bir Afrika ülkesine çevirmeye kimsenin hakkı yoktur.

Orhan Pamuk örneğine ise işin özünden biraz uzak yaklaştığını düşünüyorum. Pamuk’un edebi kişiliği, ödülü hak edip etmediği veya kendisine ödül verirken neyi göz önünde bulundurdukları apayrı bir konu. Herkes bu konuda dilediği fikri dile getirebilir.
Düşüncelerinden ötürü ona dava açılması ve bu sayede ülkemizin cümle arzı aleme rezil rüsva edilmesi ise bambaşka bir konu. Nobel almış olan bir yazarını düşüncelerinden ötürü mahkeme kapılarında süründüren bir ülke olarak yaptığımız menfi reklamı düşmanlarımız kırk yıl uğraşsa yapamazdı. Bu işin içinde yer almış olan tüm aklı evvelleri, başta Kerinçsiz olmak üzere (bu arada Kerinç’in ne anlama geldiğini bilen biri varsa bana bir zahmet söylesin) teker teker tebrik etmek lazım. (Bu arada Dink davasına müdahil olup kafasına çakmak fırlatan vatansever Ergenekoncu Veli Küçük’ü de anmadan geçmeyelim).

Şemdinli olayı hakkında bir şey yazmıyorum zira savcıya dikkat çekmiştim ve savcının akıbeti malum.

Giyim kuşam konusu ise çok uzun tartışıldığı için değinmiyorum, ayrı konu açmak icap edebilir. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde söz konusu olmayan bu tahakkümü savunmak için “istismar ediyorlar” savunması hiçbir hukukta delil kabul edilmez. “…istismar ediyorlar” ve “bunların asıl niyetleri…” ibarelerini içeren yargılar yüzünden bu ülkede insanlar öldürüldü, darbeler yapıldı, hak ve hukuk ayaklar altına alındı. Tabi burada küçüklükten itibaren “aydınlanma”yı beyinlerde ve hukukta değil sembollerde ve kanunlarda görme yönünde dizayn edilmiş bir eğitim sisteminin varlığını da hatırlatmak lazım.

Kürt vatandaşların sıkıntısının en önemlilerinden birinin ekonomi olduğu doğrudur. Ne var ki tüm sorun ekonomik değildir. Mağduriyet duygusunu gidermek hayati önem taşımaktadır. Bugün devlete karşı olan birçok Kürt zenginine de rastlayabilirsin. Ekonomik seviyenin yükselmesi, bu duygu giderilmediği takdirde boş ve güdük kalır. Şimdi kalkılmış oradaki insanlarımızın tamamının oy vermiş oldukları partiler devlet tarafından kapatılmaya çalışılıyor. Peki biz bu insanları olmayan demokratik sisteme nasıl adapte edeceğiz? “Bak dağdan in, mücadeleni yasal siyasi arenada yap” diyorlar ama irademizi yok sayıp oy verdiğimiz partileri kapatıyorlar. Bu durumda hakkımızı korumak için bize silahtan başka ne kalıyor” argümanına ne cevap verilecek? Yüzlerce yıl sorunsuz yaşamış bu insanlar nasıl oluverdi de 50-60 yılda bölünme noktasına geldi. Hala “hainler” edebiyatıyla ne kadar yol alınabilir? Burada devletin kusurları nedir, elimize gözümüze neyi bulaştırdık, niye hala aynı zihniyet devam ediyor?

Bunları sorgulamazsak bugün biten PKK yarın yeniden canlanır, biz de insanları sadece besleyerek bunun önüne geçebileceğimizi zannederiz.

Vakıflar konusu ayrıca bir bütün olarak tartışılmalı.

Kısaca değinecektim ama bayağı uzun olmuş burada keseyim.

Son olarak Atatürk için bir parantez açmak isterim.

Çağının çok ötesinde bir öngörü ve dehayla Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve zamanına göre dinamik politikalar üreten Atatürk, günümüzde maalesef statikleşmiş ve köhnemiş yapıyı savunanların haksız bir biçimde en büyük argümanı haline gelmiştir. Bu sağlıksız devlet yapısı gerek yurt içinde gerekse yurt dışında alay konusu olmaktadır ve zaman içerisinde yıkılması kaçınılmazdır. Öngörüsüz insanlar yüzünden bu köhne devlet anlayışı Atatürk’ün fikirleriyle özdeşleştirilmektedir. Dolayısıyla Atatürk’ün fikirleri de alay konusu edilmektedir ve kendisine “modası geçmiş fikirlerin insanı” gözüyle bakılmaktadır. Çünkü bir liderin dışarıdan algılanışı, o liderin reklamını yapan kitlelerin tavırlarıyla şekillenir.

Korkarım bu öngörüsüz insanların tavırları değişmezse –ki benim hiç umudum yok-, yıkılan çürümüş zihniyetin enkazında Atatürk’ün manevi şahsiyeti de kalacaktır. Bu da Atatürk’ün zihinlerden uzun vadede silinmesini kaçınılmaz kılacaktır.

Saygılarımla

No comments: