Monday, March 31, 2008

Demokrasi İkiyüzlülüğünün Dayanılmaz Hafifliği

Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde “ikiyüzlülük” şu şekilde tanımlanmakta: “İnandığı ve düşündüğü gibi davranmama, özü sözü bir olmama”. Terminolojide ise bir şeye kendi çıkarları gereği inanmış gibi görünen, ancak aslında ona inanmayan kişiler için “ikiyüzlü” ifadesi sıklıkla kullanılır.

Bu bağlamda demokrasiye inanıyormuş gibi bir imaj çizen, ancak bu inancı gerçekte benimsemeyen ve belli durumlarda bunu farkında olmadan açığa vuran bireylere “demokrasi ikiyüzlüsü” demek pek de tuhaf kaçmayacaktır. Bilindiği üzere, siyaset-medya-akademi üçgeni içerisinde keskin bir kamplaşmanın ortaya çıktığı gergin günler yaşıyoruz. Bu kamplaşmanın esas olarak iki tarafı olduğu söylenebilir. Bunlar oldukça belirgin ve kısaca Ak Parti yandaşları ve Ak Parti karşıtları olarak ifade edilebilirler.

Ancak bir de unutulmaması gereken ve bu ikisi arasında itidal çağrıları yapan üçüncü bir grup daha var ki, kendini demokrat olarak tanımlamakta hiçbir sakınca görmeyen ve geçmişten beri sürekli olarak demokrasinin ve özgürlüklerin faziletlerinden söz edegelmiş bir topluluk bu.

Ne var ki ülkedeki çekişme ortamı bu grubun mensupları arasında büyük çoğunluğun gerçek demokrasi söz konusu olduğunda ne kadar da kaypak davranabileceğini bir kez daha şüphe götürmez bir şekilde kanıtlamış durumda. Bugünlerde söz konusu topluluğun ana jargonunu “ama, fakat, ne var ki …” gibi bağlaçlar oluşturuyor.

Spesifik bir örnek olarak, “Parti kapatmalarına biz de karşıyız ve Siyasi Partiler Kanunu’nun demokratik olmadığının farkındayız, ama hakkında kapatma davası sürmekte olan bir partinin bu süreç devam ederken yasayı değiştirip bunu normlara uygun hale getirmesini etik bulmuyoruz” söylemini gösterebiliriz. İşte bu, yukarıda bahsettiğimiz demokrasi ikiyüzlülüğünün tipik bir örneğidir. Demek ki hukuka uygun olmayan yasaları düzenlemek, ancak hukuksuzluğun süregeldiği davalar sonuçlandıktan sonra “etik” olabiliyor. Bu tam anlamıyla bir mantık garabetidir ve sözün sahibini acınacak bir duruma sokmaktadır. Buradaki kafa yapısı, çok açık bir şekilde kaçış ve çarpıtma mekanizmasına işaret etmekte.

Bu mekanizmayı kullananlar, takındıkları tavrın anti-demokratik olduğunu bilmelerine rağmen içinde çelişkiler barındıran türlü bahanelerle bu gerçeği perdelemeye çalışmaktalar. Çünkü “anti-demokratik” olarak yaftalanmak sadece saklanmaya çalışılan fikirsel yapının açığa çıkmasına yol açmaz, aynı zamanda kişisel prestijin yıpranmasını da kaçınılmaz olarak beraberinde getirir. Bu gerçeklik de doğal olarak söz konusu kişiler için kolay yenilir yutulur bir nitelendirilme değildir.

Bu endişeyi taşıyıp farklı bahaneler arayanların kullandığı diğer bir dayanak da DTP’nin kapatılma davası söz konusu olduğunda, Ak Parti’nin kanunun anti-demokratikliği bağlamında yeterli karşı çıkışta bulunmamış olduğudur. Bundan hareketle, Ak Parti’nin verilen iddianame için ilgili kanunu değiştirmeye ve yakınmaya hakkı olmadığı gibi bir itiraz söz konusu.

Oysa ki özünde anti-demokratik unsurlar taşıyan bir kanun, kanuna yeterli tepkiyi vermeyen siyasal oluşumların ona maruz kalmasıyla meşrulaşmaz. Bunu savunmak, işlenen bir suça karşı sessiz kalan bireyin aynı suça müstahak olduğu yargısı gibi bizi çarpık bir sonuca ulaştırır ki bunun hiçbir hukuksal ve rasyonel temeli yoktur. Benzer örnekleri çoğaltmak mümkün.

Örneğin, “partilerin kapatılması elbette demokratik ülkelerde olmaması gereken bir durum ama Ak Parti’nin de kendini biraz sorgulaması gerek” anlamına gelen ve sık sık tekrar edilen cümle, olayı iddianamenin hukuksal boyutundan uzaklaştırıp Ak Parti’yi devletin sorgulanamaz anti-demokratik pozitivizmine boyun eğmeye davetten başka bir anlam içermiyor. Yani, Ak Parti’nin icraatlarının hukuka aykırı olmadığını kabul etmekle birlikte, yine de ayağını denk alması gerektiğini ima eden bir yaklaşımın üstü kapalı bir dışavurumu. Bu da halk iradesine karşı bilindik devletçi reflekse arka çıkıldığının bir göstergesi.

Yaşanılan bu gerilimin neler getireceği şimdilik meçhul. Ancak demokrasiye bağlılık konusunda ikiyüzlü davrananların bu süreç sonunda deşifre olacakları ise kesin bir gerçeklik. Çünkü çatışmanın asıl boyutu laiklik değil demokrasi eksenli. Sürekli tekrar edilen laiklik vurgusu ise, demokratik değişime karşı verilen oligarşik mücadelenin bir bahanesinden öteye gidemiyor.

No comments: