Wednesday, March 12, 2008

Türkiye'de bir hukuk skandalı

Türkiye Cumhuriyeti’nin en üst yargı organlarından birisi olan Danıştay’da başsavcılık makamında oturan Tansel Çölaşan, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla yaptığı konuşmada 27 Mayıs askeri darbesini övücü ifadeler kullanmış.

Başbakan da dahil olmak üzere üç devlet adamının darağacında can verdiği bu darbeye övgüler düzen Çölaşan, bunun bir devrim olduğunu özellikle vurgulamış.

Dünyadaki hiçbir çağdaş ve demokratik ülkede, bırakın devlet içerisinde belli mevkileri işgal eden bir hukukçuyu, herhangi bir devlet görevlisinin bile askeri darbelere arka çıkması düşünülemez.

Ama bu tip bir rezalete ilk defa tanık oluyor da değiliz.

Çünkü hepimizin bildiği gibi Türkiye’deki jakoben-laikçi anlayış takım tutar gibi askeri darbe tutmaktadır.

Örneğin 1960 darbesi sürekli olarak yüceltilir ve kutsanır. Ezanın Arapça okunması serbestliğini getiren ve din konusunda devletin vatandaşlar üzerindeki baskısını hafifleten DP’ye lanetler okunur.

12 Eylül 1980 askeri ihtilali ise muhafazakarlığın önünü açtığı için pratikte eleştirilir, ama onun uzantısı olan darbeci yasa ve uygulamalara sahip çıkılır.

28 Şubat muhtırası anıldığında ise cumhuriyetçilik damarları kabarıverir ve onuncu yıl marşı için hazırola geçilir.

Ak Partiye karşı verilen post-modern 27 Nisan e-muhtırası da bu toplulukta büyük coşkular yaratmasına karşın, sonradan ters teptiği ve kaş yaparken göz çıkardığı için “tu kaka” oluvermiştir.

Saydığımız tüm bu trajikomik ve patolojik ruh hallerine çok da hayret etmememiz gerekiyor.
Çünkü kendilerini ülkenin tek söz sahibi olarak gören ve doğasında farklı düşünceleri ve özgürlükleri hazmedebilme meziyeti taşımayan jakoben-laikçi kesimin demokrasi aşığı olduğunu iddia edebilmek pek de mümkün değil.

Her ne kadar bu anlayış yerküre üzerinde çoktan fosilleşmiş olsa da, gelişmeleri hep geriden takip eden ülkemizde hatırı sayılır bir taraf kitlesine sahip.

Asıl düşündürücü olan ise, bu anlayışın uzun yıllardır devletin en üst kademelerine sirayet ettiği gerçeği ve ancak bu anlayışla yoğrulan bireylerin o makamları işgal etmelerine izin verilmiş olmasıdır.

Tansel Çölaşan da bunun tipik bir örneği.

Ne var ki değişimin önünde durabilmek mümkün değil.

Türkiye’nin kapılarını dünyaya kapatması gerektiğini savunarak 40’lı yıllardaki milli şef yıllarına geri dönmeyi arzulayanların ve demokrat ve özgür bir ülke yerine ceberut bir cumhuriyet özlemi çekenlerin hayalleri boşa çıkmaya mahkumdur.

Bunu garantiye almanın yolu ise, çağdaş bir memlekette birinci sınıf vatandaşlar olarak yaşamak isteyen ve halkın devlete tebâ olduğuna değil “devletin halka hizmet için var olduğuna” inanan her bireyin bu kesime karşı durmasından geçmektedir.

Bu sadece bir gereklilik değil, aynı zamanda daha iyi bir gelecek için üzerimize düşen bir görevdir.

Ömer Oduncuoğlu

http://www.bizkackisiyiz.net/siziny/111.html

No comments: