Friday, June 27, 2008

Batılılaşma bağlamında Ulusalcılık ve Kemalizm

Çağdaş uygarlığın vazgeçilmez gereklerinden biri olan demokratik toplumun tesisi söz konusu edildiğinde yan çizenlerin, devamlı olarak tam bağımsız bir Türkiye’den bahsetmeleri elbette bir tesadüf olmaktan uzak. Zira tam bağımsızlık kulağa oldukça hoş gelen, ancak ona vurgu yapanların zihniyetlerinde farklı yönlerde araçsallaştırılabilecek bir kavram. Özellikle de söz konusu zihniyet otoriter bir yönetimin sürekliliğini ima etmekteyse.

Bu gerçekliği en çarpıcı şekliyle, tam bağımsızlık kavramını sıklıkla kullanan ulusalcı bakış açısında gözlemleyebilmek mümkün.

Ulusalcı felsefe, post modern dinamiklerin tüm dünyayı şekillendirdiği ve küreselleşmenin daha demokrat ve katılımcı yapıları zorladığı günümüzde içe kapanmacı ve baskıcı bir düzenin savunucusu olarak ön plana çıkmakta. Bu nedenle ulusalcılar Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecine kesinlikle karşılar ve AB‘nin Türkiye’ye “dayattığı” demokratik ve hukuksal açılımların ülkeyi bölmeyi ve ele geçirmeyi ifade eden büyük bir komplonun parçası olduğunu ileri sürmekteler.

Ne var ki günümüzün siyasal ve toplumsal çevresi statik olmaktan son derece uzak. Dolayısıyla da yeni dinamiklerin yarattığı olgulara “karşı duruş” sergileyenlerin ciddiye alınabilmeleri için alternatif çözümler ortaya koyabilmeleri gerekiyor.

Bu bağlamda ulusalcıların ürettiği alternatif son derece basit ve yüzeysel: “her türlü dinamiği M. Kemal Atatürk dönemine referans vererek algılamak ve o dönemki uygulamalara göre sorunları çözümlemeye çalışmak”.

Hal böyle olunca da söz konusu dönemde hayata geçirilen politikaların tamamının mutlak doğruluğunu ve ebedi geçerliliğini peşinen kabullenmek bir zorunluluk haline geliyor, yoksa bu bakış açısının çökmesi ve anlamsızlaşması kaçınılmaz oluyor.

Böyle bir durum da, doğal olarak bizlere ulusalcıların M. Kemal Atatürk’ün uygulamalarına karşı samimiyetlerini sınamak için bir imkân sağlıyor. Bu bağlamda 1923 - 1938 arası dönemde Atatürk’ün batının temsil ettiği değerler ve bakış açısına karşı nasıl bir politika izlemiş olduğu kritik bir öneme sahip. Zira söz konusu zaman dilimi ulusalcılar tarafından “tam bağımsızlığın doruklarına ulaşıldığı dönem” olarak kabul ediliyor.

M. Kemal Atatürk’ün dünya görüşünü yansıtan ilke ve devrimlerinin hayata geçirildiği dönemin düşünsel temelleri için pek çok tespitte bulunabilmek mümkün. Bunlardan bir tanesi de, kökleri Yeni Osmanlılar ve Jön Türkler zamanına dek uzanan modernleşme ve batılılaşma hareketlerinin en açık şekliyle hayata geçirildiği dönemin bu zaman dilimine denk gelmiş olması.

Buna ek olarak M. Kemal Atatürk’ün batılılaşma konusunda Osmanlı modeline göre daha radikal bir tavır aldığını da görmekteyiz. Nitekim kendisi, Osmanlı İmparatorluğu‘nun en üstün döneminde bile Batı’ya yüz çevirmiş olmasını ciddi bir hata olarak nitelendirmektedir:

“Ülkeler çeşitlidir. Fakat uygarlık birdir ve bir ulusun ilerlemesi için de bu yegâne uygarlığa bakılması gerekir. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, Batı’ya karşı elde ettiği muzafferiyetler nedeniyle üstünlük duygusuna kapılarak kendini Avrupa uluslarına bağlayan bağları kestiği gün başlamıştır. Bu bir hata idi, bunu tekrarlamayacağız“. *

Böyle bir arka plan dâhilinde, zamanın bazı aydınlarının savunduğu üzere batılılaşma hareketlerinin yalnızca bir teknoloji transferinden ibaret kalmayacağını kestirebilmek pek de güç değildi. Nitekim öyle de oldu ve Osmanlı modernleşmesinde bir araç olarak kullanılan batılılaşma kısa bir zamanda cumhuriyet kadrolarınca bir amaç haline getirildi ve çağdaş bir toplumun olmazsa olmaz şartı olarak benimsendi. (Hiç şüphesiz bu durum, Osmanlı modernleşme çabalarıyla cumhuriyet batılılaşmasını ayrıştıran temel faktör olarak karşımıza çıkmaktadır).

Buna paralel olarak, ülkeyi geri kalmışlığa mahkûm ettiğine inanılan Osmanlı toplumu fikir ve dünya algılayışının büyük ölçüde ortadan kaldırılmasını ve yerine batılı bir yaşam ve düşünce tarzının ikame edilmesini amaçlayan politikalar da son hızla hayata geçirildi.

Bu doğrultuda tasarlanan yeni yapının hukuksal temelini Avrupa’dan değişikliğe uğratılmadan getirilen Ticaret Kanunu, Ceza Kanunu ve Medeni Kanun gibi bütünler oluştururken, kıyafette yapılan yenilikler, Latin harflerinin kabulü, hafta tatilinin pazar gününe alınması, Soyadı Yasası, uluslararası takvime geçilmesi ve çok sesli batı müziğinin benimsenmesi gibi geniş bir batılılaşma pratiğin de ayrıca uygulamaya konduğuna tanık olmaktayız.

Tüm bunların ışığında, Kemalist devrimin modernleşmeyi batılı yaşam tarzı üzerinden okuduğunu, batısal bakış açısını içselleştirdiğini ve toplumu bu yönde kanalize etmek için şekillendirici bir uğraş verdiğini net bir biçimde söyleyebilmek mümkün.

Günümüzde bu politikanın başarısı, Prof. Dr. Şerif Mardin‘in “imam - öğretmen” ayrışmasında ifade ettiği gibi tartışmalı olsa da, şehirli kitlelerin büyük ölçüde batılı bir yaşam biçimini benimsemiş olduklarını görmekteyiz. Çoğunluğu oluşturan muhafazakâr tabakanın ise geleneklerini korumakla birlikte küreselleşmenin de etkisiyle kabuk değiştirdiğine ve söz konusu yaşam tarzı konusunda eskisi kadar yadırgayıcı olmadığına tanık oluyoruz.

Dolayısıyla işin pozitivist boyutu bir kenara bırakıldığında, batıyla bütünleşme ülküsünün en azından toplumsal zihniyet nezdinde başarısızlığa uğradığını iddia edebilmek pek de kolay değil. Tam da bu noktaya vurgu yapan ünlü tarihçi ve Ortadoğu uzmanı Bernard Lewis de Türkiye’nin kamu hayatının önemli alanlarında batılılaştırıcı devrimin başarıya ulaştığını ve geri dönülemez bir dönüşümü başardığını dile getiriyor. **

Bu tarihsel ve sosyolojik tespitler karşısında, ulusalcılığı savunanların batıya dayalı çağdaşlaşma ve yenilenme çabalarına karşı takındıkları tavırlara M. Kemal Atatürk’ün uygulamalarını örnek göstermeleri doğal olarak son derece ciddi bir tutarsızlığa işaret ediyor. Özellikle de günümüzde sivil bir anayasa çatısı altında kanunları AB müktesebatına uygun hale getirmeye çalışan siyasi erkin ihanetle suçlanması, cumhuriyetin erken dönemlerinde en temel kanunların bizzat Atatürk’ün emriyle Avrupa’dan doğrudan intikal ve tercüme edildiği göz önünde bulundurulduğunda son derece ironik.

İşte bu noktada, ulusalcı bakış açısının M. Kemal Atatürk’ün dinamik duruşuna karşı ne denli statik bir noktada olduğunu görebilmek mümkün.

Hatta belki de ulusalcılık, Kemalizm’in öngördüğü batılı şekilsel değişimi gerçekleştirmiş, ancak çok daha hayati olan zihinsel dönüşümde güdük kalmış bir kitleyi bizlere tanımlıyor. Çünkü karşımızda batılılaşmayı 1930′ların otoriter ve pozitivist Avrupa’sı üzerinden anlamlandıra gelmiş ve orada takılıp kalmış bir anlayış söz konusu. Elbette Kemalizm’in de o yılların pozitivist anlayışından doğal olarak etkilenmiş olduğu muhakkak, ancak aynı zamanda süregelen bir toplumsal dinamizmi ve batı zihniyetli bir “inkılapçılığı” arzulamış olduğu da bir vakıa. Hatta M. Kemal’in 1920′lerdeki demokrasi denemelerinin bile bugünkü ulusalcı anlayıştan çok ileri bir noktayı ifade ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Ulusalcıların batılılaşmaya karşı çıkarken kullandıkları bir diğer argüman ise, milli mücadelenin batının desteklediği unsurlara karşı yapıldığından hareketle Kemalist devrimin batı karşıtı bir “tam bağımsızlık” hareketi olduğu yönünde. Ancak bu argüman daha temelden sakat, çünkü genç cumhuriyet rejiminin uyguladığı batılılaşma politikası milli mücadelenin Avrupalılara karşı verilmiş olmasından bağımsız bir iç şekillenmeyi ifade etmekte. Bununla bağlantılı olarak tüm pratikler ve söylemler, bize M. Kemal Atatürk ve cumhuriyet kadrolarının ana uhdesinin Misak-ı Milli sınırları içerisinde yeniden yapılanmış ve batılı değerleri özümsemiş bireylerden kurulu bir cumhuriyet olduğunu gösteriyor. Bizzat M. Kemal Atatürk’ün ifade ettiği üzere, altına imza atılan tüm çağdaşlaşma politikaları ve inkılaplar, “Türkiye’de garbî bir hükümet vücuda getirebilme” amacını fazlasıyla kanıtlıyor. ***

Dolayısıyla cumhuriyet kadrolarının, batılı fikir yapısına sahip bir zihniyetin devlet ve toplum katmanlarında egemen hale gelmeden modernleşmenin mümkün olamayacağı inancını paylaştıkları da açıkça görülüyor.

Bunlardan hareketle “ulusalcılar batılılaşmada M. Kemal Atatürk düşüncesinin neresinde?” diye bir soru sorduğumuzda, zihniyet bağlamında çok ciddi sorunlarla karşılaşmaktayız. Biraz yüzeysellikten uzak bir bakış, bize M. Kemal Atatürk’ün fikirlerinin bu marjinal akımdan soyutlanarak analiz edilmesi gerektiğini söylüyor.

Ne var ki bir fikrin veya fikirler bütününün reklamı, onu temsil ettiğini iddia eden kitlelerin davranışlarıyla şekilleniyor. Söz konusu fikirler bütünü özünde farklılıklar gösterse bile, o fikri sahiplenen insanların tavırları onun algılanışını kaçınılmaz olarak etkiliyor. Dolayısıyla oligarşik bürokrasinin politikaları sonucu hâlihazırda kapsayıcılık yönünden ciddi bir kriz yaşamakta olan Kemalizm’in, batılılaşma cenahında da ulusalcı kitlelerin tavırlarıyla ciddi bir düzey kaybına uğradığını görmekteyiz. Bu açıdan söz konusu analizin ancak sınırlı oranda bir anlam ifade edebileceğini ve Kemalizm’deki onulmaz yıpranmayı geri çevirmeye hiçbir şekilde yetmeyeceğini teslim etmek gerekiyor.

Sonuç olarak, 2000′li yılların hızla değişen global dinamiklerini anlamlandırabilmek için sürekli olarak seksen yıl öncesine vurgu yapmak ve bundan hareketle çözüm üretmeye çalışmak sağlıklı bir yaklaşım olmaktan uzak ve kendi içerisinde bir dogmalaşmanın ta kendisi.

Ancak rasyonel olsa da olmasa da, Türkiye şartlarında söz konusu kesimlerin bakış açısını bizzat kendi dayanaklarını kullanarak çürütmek önem taşıyabilir. Zira laik kesim içindeki kırılmanın otoriter kanadını temsil eden bu akımın sloganlarla gölgelemeye çalıştığı jakoben karakteri, bazıları için bu şekilde çok daha rahatlıkla ortaya dökülebilir.

Belki böylelikle, ulusalcıların nihai amacının ülkenin “bağımsızlığı” değil, “bürokratik iktidarın bekasını temin” olduğunu fark edebilecek bireylere az da olsa rastlama olasılığımız da yükselebilir.

* Gürbüz D. Tüfekçi, Atatürk’ün Düşünce Yapısı (Turhan Kitabevi, Ankara 1986)
** Bernard Lewis, Türkiye: Batılılaşma (University of Chicago Press, 1955)
*** Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri III (TTK yy. Ankara,1959)


http://www.derindusunce.org/2008/06/25/modernlesme-batililasma-kemalizm-ulusalcilik-tam-bagimsizlik/

No comments: