Monday, April 21, 2008

Yorum: Atatürk hayranı Lopez

Sevgili dostlarım öncelikle hepinize teşekkür etmek istiyorum. Burada herhalde Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti tarihinde eşsiz ve asla doldurulamayacak bir yere sahip olduğuna kimsenin bir itirazı olacağını sanmıyorum. Toplumumuzun çok ezici bir kısmı zaten buna izin vermez. Bu açıdan Atatürk’ün simgesel varlığını ortadan kaldırmaya yönelik bir hareketin rağbet görmesi mümkün değil ve böyle bir şey radikal bir kalkışma olmaktan öteye gitmez.

Eğer böyle bir radikal hareket varsa onun başarıya ulaşmasındaki temel koşul güçlü bir halk desteğidir. Ülkemizde radikal hareketin tabanın %3-5’i aşmadığı düşünülürse, ben bunun temelsiz bir korku olduğu fikrindeyim. Eğer AKP’nin aldığı %47 oyu bu kategoriye alma yanlışına düşersek, o zaman da Türkiye Cumhuriyeti halkı nezdinde Atatürk’ün simgesel öneminin zaten bitmiş olduğu sonucu çıkar ki bu ne doğrudur ne de olasıdır. Üstelik buna Saadet Partisi veya DTP'ye oy verenleri de eklerseniz işin içinden çıkmak hiç mümkün olmaz. Böyle bir mantıkla Atatürk'ü sevenler azınlığa düşer.

Öyleyse ana problem, belli kalıpların arkasına saklanıp rant sağlamak amacıyla kaçak siyaset yapmaktan kaynaklanıyor. Geçmişte –ve hatta yakın zamanlarda- bunu din adına yapanlar olduğu gibi, günümüzde de bunu Atatürkçülük adına yapanlar var. Ve bu insanlar her türlü demokratik değerin karşısında olan bir Atatürkçülük imajı çiziyorlar. Bu tutum son derece tehlikeli ve acımasız. Bu topraklara gelecekte şeriat yönetiminin geleceğini asla düşünmüyorum, ama böyle giderse geleceğin daha serbestçi ve liberal Türk toplumunda Atatürk’ün simgesel ve manevi değeri korkarım yok olacaktır. Bunun müsebbibi de bugün Atatürkçülük kisvesi altında bu işlere kalkışanlardan başkaları olmayacaktır.

Tam da bununla ilgili olan bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim:

Atatürk'e en büyük zararı kimler veriyor

"Geçtiğimiz hafta içerisinde, Avrupa Birliği'nin yürütme organı olan AB Komisyonu'nun Portekizli Başkanı Jose Manuel Barroso'nun Türkiye ziyareti gündeme damgasını vurdu. Bu konu hakkında uzun uzadıya yazılıp çizildi, çeşitli analizler ve görüşler kaleme alındı.Yorumlar genellikle Barroso'nun cumhurbaşkanı, başbakan ve partili liderleriyle yaptığı görüşmeler ile Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde milletvekillerine hitaben yaptığı konuşmanın içeriği üzerinde yoğunlaştı.

Ancak bu önemli ziyaret sırasında çok ilginç ve gözden kaçmaması gereken başka bir olay daha yaşandı.

Barroso, üst düzey temaslarından sonra Bilgi Üniversitesi'nde düzenlenen "Türkiye'nin AB süreci" konulu bir konferansa katıldı ve kendi ülkesinde AB katılım süreci sırasında yaşanmış demokratik değişime dikkat çekmek için, "yaşanan siyasi dönüşüm mucize gibiydi" diye bir cümle kullandı. Sonra bir an için duraksadı ve "umarım sarf ettiğim 'mucize' kelimesini Türkiye'de laikliğe aykırı bulmazlar" dedi ve ardından salonda gülüşmeler yaşandı.

Bu "ti"ye alınma hadisesi, Türkiye'de süregelen rejim açısından hem üzücü, hem de düşündürücüdür. Çünkü dile getirilen sözler, Türkiye'deki hakim devletçi anlayışın dine yönelik tavrı karşısında kişisel olarak sadece Barroso'nun değil, kurumsal kimliğiyle Avrupa Birliği'nin ve dolayısıyla batı dünyasının bilinçaltındaki bakış açısını yansıtmaktadır.

Ne var ki tarafsız bir göz, bu yargıların pek de temelsiz sayılamayacağını teslim etmekte.

Çünkü dünyada emsali görülmemiş şekilde bir "kamusal alan" tanımlamaya kadar işi götürerek çağdaş hukuksal anlayışı yerle bir eden, bu kamusal alana başörtüsüyle girilmesinin cumhuriyeti yıkılabileceğinden endişelenen ve peruk takılması halinde bu tehdidin ortadan kalkacağına inanan despotik, bir o kadar da mizahileşmiş bir yapı söz konusu.Ve bu hastalıklı yapı sadece dinsel öğelere karşı aşırı baskıcı bir tavır almakla kalmıyor, aynı zamanda demokratik açılımların da karşısında duruyor. Özgürlüklerin sınırlarının genişletilmesine muhalefet ediyor, çetelerin deşifre edilmesine karşı çıkıyor...

Yapının kendi benliğini meşrulaştırmak ve hukuksallaştırmak amacıyla dile getirdiği sloganlar ise iç ve dış düşünsel dünyada taraftar bulmuyor, ciddiye alınmıyor. Çünkü çağdaş demokrasinin despotik yasalar bütünüyle değil, ancak evrensel hukuk ilkeleriyle güven altına alınabileceği çok iyi biliniyor.

Bu bağlamda nitelikli savunucular bulmakta zorlanan yapının entelektüel kapasitesi geri dönülemez bir şekilde süratle zayıflıyor ve bilişsel gücü hızla düşüyor. Tezleri geçmişin bilindik tekrarlarından öteye geçemiyor; yaşadığımız dönemle ilgili elle tutulur örnekler veremiyor ve 1920-30'ların dünyasına göndermeler yapmak zorunda kalıyor.

Bu da kısır söylemler içerisinde bir kaybolma halini ve geçmişin halen yaşanmakta olduğu sanısına sahip paranoyak bir dokuyu ima ediyor.

Türkiye'de günden güne taraftar kaybeden ve dünyada alay konusu olan bu hastalıklı anlayış sadece kendisini değil, sahip çıktığı değerleri de hızlı bir biçimde yıpratıyor. Çünkü bir fikrin veya fikirler bütününün reklamı, onu temsil ettiğini iddia eden kitlelerin davranışlarıyla şekillenir. Söz konusu fikirler bütünü özünde farklı olsa bile, o fikri sahiplenen insanların irrasyonel tavırları onun büyük bir zarar görmesini kaçınılmaz kılar.

Türkiye'deki bu problematik yapının failleri konumundaki oligarşik bürokrasi ve destekçilerinin savunduklarını iddia ettikleri fikirler bütünü ise Atatürkçülük. Maalesef bu kitle Atatürkçülüğü kendilerine bir üst kimlik olarak benimsemiş ve onu tekeline almış konumda. O kadar ki, Atatürk'ün fikirlerini yanlış yansıttıklarını belirtip kendilerine karşı çıkanları içlerinde barındırmayacak kadar militanlaşmış bir durumdalar ve farklı düşünceler ileri sürenleri ya işbirlikçi ya da dönek olarak adlandırıyorlar.

Bu kadar irrasyonalite ve kavrayışsızlık art arda gelince, o yapının kimseye bırakmadığı Atatürkçülüğün ve Atatürk'ün fikirler bütünün saygınlığının azalması da kaçınılmaz oluyor.

Bundan en büyük zararı, onulmaz bir şekilde yıpratılan Atatürk'ün manevi şahsiyeti görüyor. Mustafa Kemal Atatürk'ün fikirlerinin çağdışı ve gerçekliklere aykırı olduğuna inanan bir dünya kamuoyu, bu rahatsız dokunun histerileri sonucunda gittikçe güç kazanıyor.

Sağduyulu insanlarımız ise bunun gerçeği yansıtmadığı konusunda ne kadar çabalarsa çabalasınlar, Atatürk'ün fikirleri bu tepeden inmeci antidemokratik yapıyla özdeşleştirildiği sürece ellerinden bir şey gelmiyor.

Sonuç olarak da bir zamanlar İslam dünyasına en büyük zararı "Müslümanlığı kimseye bırakmayanlar"ın verdiği gibi, günümüzde Atatürk'e en büyük zararı "Atatürkçülüğü kimseye bırakmayan" bu hastalıklı zihniyet veriyor."

No comments: