Thursday, April 3, 2008

Hukuksuzluk demokrasi için bir fırsat olabilir mi?

Bürokrasinin kalelerinden Anayasa Mahkemesi cephesinde beklenildiği üzere bir sürpriz gerçekleşmedi ve mahkeme, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Yalçınkaya’nın verdiği iddianameyi kabul edip yargı sürecini başlatmayı oybirliğiyle kabul etti.

Çoğunluğu çeşitli gazete kupürlerinden alıntılarla şekillendirilen ve alıntı konusu ifadeler nedeniyle haklarında hiçbir hukuka aykırılık işlemi sabit görülmemiş şahısların suçlandığı bir iddianamenin oybirliğiyle gündeme alınmış olması elbette şaşkınlıkla karşılanması gereken bir durumu ifade etmekte. Ancak Türkiye’de oligarşik bürokrasinin sınır kabul etmezliği göz önüne alındığında bu çeşit bir anormalite oldukça sıradan görünmekle kalmıyor, aynı zamanda medyadaki ve siyasetteki savunucuları tarafından da ironik bir biçimde meşru olarak kabul ediliyor.

Üstelik bu sağlıksız yapının savunucuları arasında, olağan koşullarda hukukun ve toplumsal uzlaşının en büyük teminatı olması gereken Anayasa Mahkemesi’nin de bulunması durumun vahametini bir kez daha gözler önüne sermekte. Çünkü bu mahkemenin yakın geçmişinde 367 gibi bir hukuk sabıkası bulunuyor.

Bu olanların ışığında, bundan sonraki süreç için Anayasa Mahkemesi’nin objektif kriterlerle davayı ele alacağına ve bürokratik oligarşinin hukuk tanımazlığına karşı halkın iradesini koruyacağına dair fazla bir iyimserlik pek gerçekçi görünmüyor. Şimdi ise Ak Parti’nin nasıl bir tavır takınacağı merak konusu.

Ancak her ne kadar gelişmelere karşı iktidar tarafından halkın desteğiyle alabilinecek birtakım hukuksal tedbirler mevcut ise de, siyaset arenasının öteki cephesindeki aktörlerin vereceği karşı tepkilerin ortamı iyice germe olasılığı son derece yüksek. Bu da bizi bir başka tuzağın daha var olduğu gerçeğiyle karşı karşıya bırakıyor. Ufak bir beyin fırtınası, halk iradesi ve demokrasiye saygının Batı’ya göre son derece cılız kaldığı ülkemizde Ak Parti’nin sakinliğini koruyamamasının, tam da jakoben tabakanın istediği doğrultuda Türkiye’nin İttihatçı uzantılardan kurtulmasını zorlaştırıcı ters bir etki yaratabileceğini öngörmekte.

Çünkü demokrasiyi hedef alan çok geniş çaplı ve güçlü bir kalkışmanın son perdesini izlemekteyiz ve bu noktada soğukkanlı davranabilmek hayati bir önem taşımakta. Bu işe kalkışanlar da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının refahını hiçe sayarak bir iç çatışma ortamı hazırlamak suretiyle iktidarlarını sürdürebilme imkânını teminat altına alabilmenin peşindeler.

Bu kalkışmanın dehşetli mantığını, İlhan Selçuk’un 7 Şubat 2008’deki şu sözleri gayet ibret verici bir biçimde özetliyor:

“Eğer kapatma davası açılırsa, bir de üstüne ekonomik kriz gelir ve Türkiye biraz karışırsa belki bir umut doğabilir. Çünkü normal yollardan bu mümkün değil”.

Bu sözler ekonomik krizlerden, iç çatışmalardan ve darbelerden medet uman İttihatçı hareketin günümüzdeki örtülü iktidarını temsil eden bir mantığın ürünü ve bu mantık hiç bu kadar cüretkar olmamıştı. Bu da, kişiselleşmiş ve mikro düzeyde çekişme mantığına indirgenmiş bir kavganın bizzat oligarşik bürokrasi tarafından istenmekte olduğunun işaretlerini bize vermekte. İşte bu kitle, Ak Parti’yi kısır tartışmalara ve tansiyonu yükseltici sloganlara dayalı bir döngünün içerisine çekmeye çalışıyor. Ancak bu sayede toplumdaki kamplaşmaları kaşıyarak yeni çatışmaları körüklemenin ve dünyadaki krizin etkisiyle bunalan Türkiye’ye bir de siyasi kriz ekleyerek ekonomiye güçlü bir darbe vurabilmenin mümkün olabileceği hesaba katılıyor.

Bu durumda Ak Parti’nin izlemesi gereken strateji, her zamankinden daha fazla hayati önem kazanmakta.

İktidarın bu olası durumdan kaçınması, ancak siyasal atmosferi genel özgürlükler ve demokrasi vurgusuyla ele almayı sürdürmesi ve bir yandan taktiksel adımlar atarken diğer bir yandan da tartışmanın mikro boyuta çekilmesine engel olmasıyla mümkün olabilir. Bunun en uygun yöntemi ise, uzun zamandır yavaşlayan reformlara hız verilmesinden başka bir şey değil. Böylelikle çatışma kısır sloganlar atışmasından çıkıp makro bir boyut kazanacak ve sinirleri bozulacak bürokratik elit yıpranırken, artan bir iç ve dış desteğe sahip Ak Parti’nin eli güçlenecektir.

Bu bağlamda Ak Parti sivil anayasa çalışmasını bir an önce hızlandırılarak meclis gündemine sunmalı, yeni uyum paketini süratle işleme koymalı ve yapılacak her türlü kışkırtmaya söz konusu reformlara ve demokratikleşmeye atıfta bulunarak yanıt vermelidir. Bu yalnızca değişim karşıtlarının işini zorlaştırmakla kalmayacak, aynı zamanda reformlarda kararlılık göstermeyi sürdüren bir iktidar anlayışının var olduğu güvencesini vererek yabancı yatırımcının endişelerini azaltacaktır. Böylece ekonomideki çalkantıyı imkanlar ölçüsünde minimize edebilmenin yolu açılacak ve iktisadi kriz bekleyenlerin umudu sekteye uğratılabilecektir.

Çünkü bürokratik elitin demokrasiye karşı alerjisi vardır ve asıl endişe ettikleri konu, yasaların kendi oligarşik iktidarlarına müsaade etmeyecek hukuksal bir yapıya kavuşturulmasıdır. Koparılan bunca yaygaranın ve laikliğin araçsallaştırılıp bu olgunun kamufle mekanizması olarak kullanılmasının ana nedeni de budur.

Üstelik bu taktiksel adımlar, Ergenekon çetesinin üzerine kararlılıkla gitmenin sürdürülmesi ve partilerin kapatılmasını zorlaştıracak düzenlemelere başlanılması gibi politikalarla bir eşgüdüm içerisinde de pekala yürütülebilir.

Bu bağlamda Ak Parti’nin önünde hem zorlu bir dönemeç hem de Türkiye’yi dönüştürebilmek ve halkın iktidarını geri dönülemez bir şekilde teminat altına alabilecek bir fırsat söz konusu. Umarız Ak Parti bu süreci iyi değerlendirerek Türkiye’de devlet iktidarından beslenen bu yapıyı bir daha geri dönülmeksizin kıracak adımları atmaya muktedir olabilir.

http://www.bizkackisiyiz.net/kyazilari/248.html

No comments: