Sunday, April 6, 2008

Asıl siz ne yapacaksınız?

Anayasa Mahkemesi’nin Yargıtay Başsavcısı’nın iddianamesini kabul ederek yargı sürecini başlatmasıyla birlikte, ‘sorumluluk sahibi’ medya mensupları da “AKP ne yapsın” sorusuyla uğraşmaya başladı. Alternatifler bir yanda parti kapatılmasını zorlaştıran Anayasa değişikliklerinden daha geniş reformlara doğru uzanırken, öte yanda da ciddi bir savunma hazırlamaktan mahkemeyi sembolik olarak reddetmeye kadar varan duruşları ima ediyor. Tabii bunların hangisinin ne şekilde, hangi doz ve üslupla yapılacağı AKP’nin işi... Sonuçta burada üyeleri ve yönetim hiyerarşisi olan bağımsız bir kuruluş var ve kendi siyasetlerine ilişkin olarak akılları neyi gösterirse ve canları ne isterse onu yapacaklar. Diğer bir deyişle kimsenin AKP’ye yol gösterme, uzmanlık taslama gibi bir sorumluluğu olmadığı gibi, bu partinin ille de bize doğru gelen tavrı ortaya koymak gibi bir yükümlülüğü bulunmuyor. Şu ana kadar AKP’ye yapılan kasıtlı haksızlıkları, ahlaksızlığa varan medyatik manipülasyonları düşündüğünüzde, ‘ne yapsalar haklarıdır’ demekten başka sözünüz olamaz...

Olası bir stratejiyi öngörmek açısından en önemli soru ise, AKP’nin Anayasa Mahkemesi’ni nasıl değerlendireceğidir. Mahkemenin oy birliğiyle iddianameyi kabul etmesi son derece doğal, çünkü bu aşamada dosyanın reddi ancak usulen yanlış yapılmışsa mümkün. Gene de yapılan tartışmalar sonucu iyice şeffaflaşan içeriğin ‘bilinmezlikten’ gelinmesinin bir kandırmaca ima etmesi, birçok yorumcuda iddianamenin reddedilebileceği beklentisini uyandırmıştı. Ayrıca söz konusu metin Cumhurbaşkanı’nı da içermekte; oysa böyle bir suçlama ‘vatana ihaneti’ gerektirmekteydi. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı’nın ayrı oylanmış olması, Anayasa Mahkemesi’nin istese de istemese de içeriğe ilişkin bir tartışma yaptığını göstermekte. Çünkü anlaşılıyor ki Mahkeme’nin yedi üyesi ilgili suçlamaların vatana ihanetle bağlantılı olabileceğini, dörtü ise aksini düşünmektedir. Bu kararlara varmaları ise suçlamaların mahiyetini bilmelerini, yani içeriği dikkate almalarını gerektirir. Eğer durum buysa, 7-4 oranının değişmeden sonuna kadar gideceği öngörülebilir.

Cumhurbaşkanı’nı laiklikle ilgili yıllar önce söylediği varsayılan sözlerden ötürü vatan haini ilan etmeyi tasavvur edebilen bir zihniyetin, AKP’yi kesinlikle kapatacağını öne sürebiliriz. Acaba bu akıl dışı ancak katı ihtimaliyet karşısında AKP nasıl davranacak? Mantık birbirini tamamlayan iki duruşu ima ediyor: Birincisi parti kapatmayı da içeren, ancak onu çok aşan bir içeriğe sahip siyasi ve hukuki reform paketinin Meclis’e getirilmesidir. İkincisi ise Anayasa Mahkemesi’nde hukuki hiçbir savunma yapmayıp, yargı mekanizmasının meşruiyetini sorgulatacak bir toplumsal atmosferin oluşmasını sağlamaktır. Buna yerleşik nizamın tepkisi muhtemelen AKP’nin ve bizzat Meclis’in ‘meşru’ olmadığı savı olacaktır. O zaman da seçimin yolu açılır, bu seçim açık bir referandum olarak yaşanır ve herkes ağzının payını alır...Bu çatışmada AKP uzun vadede kesinlikle kazançlı taraf olacaktır. Çünkü günümüzde ‘meşruiyetin’ sadece iki kaynağı var: Evrensel normlar ve toplumsal tercihler. AKP bunların ikisinden de besleniyor… Oysa yargı bunların ikisinden de fersah fersah uzakta. Dolayısıyla meselenin meşruiyet noktasına gelmesi, yargıyı meşru imiş gibi gösteren ideolojinin meşruiyetinin sorguya açılması demek olacak ve bu da ‘cumhuriyetin demokratlaşması’ diye ifade edilebilecek bir süreci tetikleyecektir.

Öte yandan bütün bunlar televizyon ekranlarından izlediğimiz bir başka ülkede değil, burada vatandaşı olduğumuz ülkede yaşanıyor. AKP ne yaparsa yapsın, gerçekte sorunun asıl muhatabı bizleriz… Kendisini ‘modern’, ‘çağdaş’, ‘eğitimli’, ‘liberal’ olarak adlandıran insanlar acaba ne yapacak? “Hukuksal sürece saygı duyalım” klişesinin ardına sığınıp kişiliksizleşmeyi içine sindirebilecek mi? Yoksa “biz böyle bir ülke istemiyoruz” diyerek kamusal alana, siyasete, aklıselime ve vicdana sahip mi çıkacak? İçinde olduğumuz yıl ‘laik’ kesimin sadece demokrasi ve demokratlıkla değil, doğrudan namusla sınavı olacak…

Etyen Mahcupyan

No comments: